‘Hayat ileriye doğru yaşanır geçmişe doğru yorumlanır’ demiş filozof S. Kierkegaard. Çok güzel günlerim oldu benim. Gelecekte de olmasını herkes gibi elbette isterim. Kişi ki, tıpkı toplum gibi, geçmiş olarak kendisidir ve bu kendilik geleceğe kuluçkadır. Keskin gün ışığının berrak kesikleri altında, yolun her iki yanında cezbeyle boy atmış ayçiçekleri arasında hayal içinde yüzer gibi gidiyoruz. Az önce Lüleburbaz’da, Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi’nin tam karşısındaki lokantada oturmuş ve yemek yemiştik. Trakya toprağının taze bereketi masayı şenlendirmişti. Vakit kaybetmeden tekrar yola çıkılmıştı. Gün sayılıydı. Zaman azdı.
Yanımdaki adam, bütün bu toprakların geçmişini hafızasında tutuyor, dile döktüğü cümleler beşeri bilimlerin tezgahında yeniden dokunuyor ve bir büyük şans olarak zihnime çarpıyordu. İşte belki biraz ileride Istrancalar başlayacak, biçilmiş tarlaların sarı hüznü, kuş sürülerinin pervasız kanatlanışlarıyla bir ressamın ilhamı olacaktı. Ne var ki, hiçbir şey Osmanlı’nın ilk kuruluş izlerini, yaşayan en büyük Osmanlı tarihçisinin rehberliğinde gezmek kadar olağan üstü sayılamazdı.
Beş gün süresince adım adım Edirne dahil Trakya topraklarını dolaşıyor, İstanbul’un fethine kadar Osmanlı’nın Trakya’da köklenişini televizyon programı için kayda alıyorduk. Halil İnalcık, bir amatör rehber gibi ve hiçbir ayrıntıyı atlamadan, elinde bir tomar kağıt bazen duruyor, notlar alıyor, rastladığımız insanlarla selamlaşıp bir çardak altında çay içiyor, sonra da kamera karşısında halkın anlayacağı dille tarihin yaşayan öznesine dönüşüyordu. Hiçbir anında, tavrında ve bakışında ben bunları biliyorum, zaten ben bilirim, en doğrusu budur havası yoktu. Kendi kendisinin ve bilgisinin amatörü gibiydi.
Bir televizyoncu değil aynı zamanda şair ve tarih tutkunu olduğumu öğrenen İnalcık, onca yaş farkına rağmen kendisine has yakınlığı ve hatta yer yer muzipliğiyle lütfedip mesafeleri kısaltıyor, şiirden, aşk şiirleri yazmaktan, Kaşgar Dergisi’ne şiir verebileceğinden, ‘şair ve patron’ meselesinin detaylarından, Walter Andrews’ün Amerika’daki çalışmalarından, Osman Turan’ın bazı mahrem hallerinden, Büyükkarıştıran isminden bu İstanbul’un ilk belediye başkanının memleketinden, Misinni savaşından, Buçuktepe kalkışmasından, Bulgar meselesini niçin bu kadar yakından takip ettiğimden, ‘çifthane sistemi’nin Osmanlı iktisat tarihi ve zihniyet dünyamızın aydınlatılmasında neden ‘yatak’ değerde olduğundan…Gerçek miydi bunlar?
Bunlar, bunlar elbette çok gerçekti. Hayatın geçmişe doğru yorumlanması, o yorumun tarihle harmanlanması için bir daha hiç tekrarlanmayacak şanstı. Ama asıl önemli olan bu öznenin, yürüyen bedende bir mayi hal gibi çalkalanan bilme tutkusu idi. Ne kadar ileri giderse gitsin hep başlangıçta kaldığının bilincine varmış gibiydi. Edirne’de, Selimiye Camii’nin arka kısmında mezar taşlarına reva görülen hoyratlığı acı acı eleştirmişti. Belli ki tarihi bir kavram ve belgeleri bir veri olmanın ötesinde kendi varoluşunun sebebi olarak görüyordu. Ve şiirin, bu varoluşu köpürtüp asıl tarih yaptığının çoktan farkına varmıştı.
Geçmişe dönüp baktığımda en çok hayıflandığım noktalardan birisi, Edirne’nin merkezindeki Kervansaray Oteli’nde yer bulamayışımızdır. Bu tarihi mekanda, büyük tarihçi ile konaklayamadık. Onun yerine biraz ileride Balta Otel’de kaldık. Kelimelere duyduğum özel ilgi ‘balta’ kelimesine saplanıp kalmıştı. Hala da bir yazıklanış olarak kanar durur. Halil İnalcık’ın temel tezi, parçadan bütüne gitmektir, toprakları kadar tarihsel mirası ve belgeleri yağmalanmış bir milletin tarih esprisini çözebilmek için her mekan, her belge, her ayrıntı değerlidir. Tarihi kavramdan aktüaliteye indirmemiş, iştahlı ve günlük siyasete katık sunmamış, arşivden tarihe ve büyük yoruma gitmeye çalışmıştır. Yorumdur İnalcık. Şiire yakınlığı yorum özgürlüğüne yakın durmasından gelir. Tarihi bilgiyi kutsallaştırmadan ve kitle üzerinde bir afyon etkisi gibi kullanmadan önce ilmi ahlaka sonra da kendi özel kişiliğine bağlı kalmıştır.
Sonradan, başka başka gerekçelerle, gah Trak tümülüslerinin ruhunun peşinde, gah Binbir Oklu Ahmet Baba Türbesi’nin gölgesinde, Gelibolu’dan Babaeski’ye kadar gezdim tek başına Trakya düzlüklerini. Ve her seferinde tarihin sesi önümde yürüdü, ışık oldu ve rehberlik etti. Dedim ya, çok güzel günlerim oldu benim. Gelecekte de olmasını herkes gibi ben de isterim.