Sabahın ilk saatlerinde güneş yalnızlığı parlatıyor. Kuşlar, tür tür otlar, vişne, dut, kiraz cinsinden meyveler ve tabiatın gönül bekçisi başıboş ağaçlar olmasa ıssızlık her yöne hakim olacak ve güneşe akın edip onu fethedecek. Bir an güneş ile kafamın yer değiştirdiğini hissediyorum. Başım yürüyen bir güneş halinde saçaklı halesiyle bir anlığına şen. Kendimi saklasam bir buğday başağını tercih ederdim fakat o da tohuma durup çoğalırdı. Hafızamın sadece gizli odaları değil mekan, böcek, taş, toprak, bitki isimleri anlık çağrışımlarla uyanmaya teşne bekliyorlar. Ne yöne dönsem çocukluğun azalan fakat hiç kurumayan cılız su şırıltıları.
Tabiata çıkmak şifadır her zaman fakat taşra şehirle yoğrulmadıysa ondan düşünceyi değil kırı anlar. Mevsimlerin gücü insan aklını zamanla kısırlaştırıp böylece tüketir. Kendine dönüp bakma bir ayna misali metafora dönme kültürü yoktur taşrada. Günübirlik olup biter her şey. Gün doğar güneş batar karanlık basar. Eğer onun elinden tutan birisi olmazsa düştüğü yerden kalkamaz. Ot sararır da kimse bunda bir yokluk sızısı duymaz.
Torosların hemen beline tutunmuş Hitit, Roma, Selçuklu ve Osmanlı çağlarını görmüş çocukluğumun geçtiği kasabanın civcivi çoktan sönmüş. Eskiden taşraydı. Şimdi kimsesizlikte ne olduğunu da kaybetmiş. Külçe gibi bir ıssızlık sarkıyor dallardan. Herkes göçtü. Su başları insan sesinden ırak düştü. Fakat hafıza göçmez ki siz ona döndükçe o mekanın gözeneklerine saklanmış bin yıllık mantarlar gibi her an boy atmaya hazırlanır. Değişim sahipsizlik yönünden uç verince solgunluk kaçınılmaz olur. Canlıların konumu bile yeniden belirlenir. Burada da köpek nüfusu mesela insanları geçmiş. Ne var ki onlar da insanları özlemişler sanki. Çekingen, ürkek ve korkaklar. Biraz sözle okşandıklarında yokluğun o büyük boşluğuna insandan daha derin bakıyorlar.
Toprakla kurulan ilişki Anadolu’nun vasfıdır ve zamanın olgusallığı onun merkezinde yuvalanır. Mekan düşüncesi maddi yapının inanç bileşenleriyle örülür. Bu bağlamda Cuma günleri hem bir pazar hem de civarın toplanma istencidir. Eski Anadolu haritalarında Sırıstat adıyla yazılan Bozkır, Konya’nın Akdenize uzanan ucunda köyleriyle birlikte düşünüldüğünde geniş bir alana yayılır. Cuma günleri pazar kurulur yüzlerce yıldır. Bayramla birleşince pazarın rengi, sesi, atmosferi daha bir kabarır. Şimdilerde yeterli kar yağışı olmayınca Çarşamba çayının neşesi de sönmüş ve en az elli yıl geriye bakıldığında değişim güneşin oklarıyla yaralanmış. Her şeyden önce günlük hayatta kullanılan pek çok otantik malzeme aradan çekilmiş. Plastik ve petrokimya ürünü ortalığa serilmiş. Yöresel ürün çeşitliliği pek az. Maydanozun bile 15 liraya satıldığını görünce, tüketimin her şeyi belirlediğine hükmetmemek mümkün değil. Zincir marketlerin birden fazla şubeleri var. Devlet kurumlarının cepheleri biraz makyajlanmış. Kredi kartları temassız kullanılabiliyor. Bankamatiklerin önlerinde kuyruk var. Taşra kendi içinde dışarıdan gelenlerle dolu.
Amacını yitiren varlık sebebini de kaybeder taşrada. Toprağın kurucu vasfı aradan çekilince insan denilen canlı türü şekillerin etrafında oyalanır. Tabiatı değil ama taşrayı hiçbir zaman sevmedim ben. Onda iki yüzlü bir karakter sezdim. Dıştan inatçı içten gevşektir bu karakter. Kendimle onun arasında barışık yanlar bile hiç bulmadım. Her tür güç ve iktidar ilişkisinin en saklı, ilkel şekilde acımasızca işlediği taşrada, özellikle iktisadi mecburiyet, yoksulluğun dengesini daha da bozar. Köyler terk edilmişlikle kıvranırken ilçe merkezleri devletin kontrolünde göreceli ve kof bir döngüye hapsolur. Yüzleri birer termal kamera inceliğiyle taradığınızda insan denilen varlığın kimsesizliğini fark edersiniz. Taşra, hareket görünümlü varlık ıssızlığıdır.
Toprak kuruduğunda hayat aradan çekilir. Tımar sisteminin çürüyüp çözülmesi çifthane sisteminin bozuluşu mülkiyet dengesizliği yarattı. Kimi aileler ölçüsüz derecede mülk edinirken yoksulların toprağı aile arasında bölüşe bölüşe daralıp işlevini yitirdi. Şimdi ayak basılan toprağın psikolojik yorgunluğu çoktan geçmiş fakat işlenmediği için taşlaşıp gerginleşmiş. Hafızada taşınan hatıra kuşakları da olmasa katılaşma en sonunda o büyük ıssızlığın marşına katılacak.
Son birkaç on yıldır tek merkezli yönetim aklının gerçeklikle yaşadığı türbülans bina yapma refleksini daha da görünür kıldı. Toprak inşaatla çivilendi. Yerel üretimin kuruma noktasına gelmesi kimseyi endişelendirmiyor. Tüketim odaklı ekonomik bir bağımlılık taşranın karakterini düğümlemiş görünüyor. Dönen ama enerji üretmeyen rüzgar dürbünleri gibi içine girdiğiniz zaman sesi, rengi, kalabalığı, alışverişi olan fakat yaklaştıkça fotoğraf noktaları misali silikleşip anlamsızlaşan bir kararma bu. Taşra, bir gelecek vaadi vermediği gibi mevcudiyeti de anlam taşıyamıyor. Geçmişteki yoksulluğun getirdiği bağımsızlık ve müdanasızlık bile kaybolmuş halde.
Sabahın ilk vaktinde kurbağa vıraklamaları, corlak mıydı turaç mı yoksa kırlangıç mı birbirine sarılan kuş sesleri rüya serpintileri gibi her adımda kat kat açılıyor. Taşra dönüşe yazgılı birkaç günün arasında teselli değil gerçekliğin kırık kemiği. Hafıza ise güneş görmeyen arka bahçe.