Sipariş hattının elemanı ya da/ eğer öyle olsaydı…

Ömer Erdem

Eğer öyle olsaydı, yazı ve yazı adamlığı, şimdilerde sıklıkla şahitlik ettiğimiz gibi, birilerinin koltuklaması, pohpohlaması hatta yok sayıp yuhalamasına, alkış ve nefretine bağlı kalsaydı, yazı ve yazı adamı var olabilir miydi? İnsanın ebedi özgürlük uğruna geliştirdiği en yüce eylem olan yazı, gerçekten ayakta kalabilir miydi? Çağımızın en büyük yanılgısı ‘sipariş’ kavramı etrafında düğümleniyor. Sipariş etme derecesine yükselen hemen her güç, sanatı, düşünceyi ve edebiyatı yönlendirebileceğini, satın alabileceğini, ona yol gösterip hayat vereceğini düşünüyor. Bu hususta çok da haksız sayılmaz. Çünkü ‘sipariş’ olana teşne bir grup her zaman vardır ve onlar hayatlarını bu ‘sipariş’lere borçludurlar. Hele sipariş, kitlesel niteliğe bürünür, kitlenin iştahıyla nefes alıp verir, siyasal iktidar konumuna yükselirse, işler hepten yolundan sapar. Her zaman ikame edilmeye ve pozisyon değiştirmeye uygun kişi zincirinden bir döngü kurulur. O olmazsa o, bu olmazsa şu. O yazar olmazsa bu yazar, o kitap olmazsa bu kitap, filan dergi tutmazsa filan dergi. Kitlelerin kolaycılıkla kabartılmış iştahı, şöhret ve imkan saçaklarıyla süslenir, siparişler gelir siparişler gider. Dışarıdan bakıldığında, canlı, parlak, etkili, herkesin memnuniyetten ağzının kulaklarına vardığı yüzler ortalığı doldurur. Stanley Kubrick’in filmlerinde tam karşılığını ve kavramını bulabilecek bu görüntü toplumsal bir pornografidir aslında.. Sipariş ve teslimat hatları tam ve sağlam, memnuniyet esasına dayanarak kurulmuştur ya, daha ne olsun!

Yazı adamının farkı, daha ilk anda ortaya çıkar oysa. O, sipariş kokusu aldığı her işten geri durmayı başarmalıdır. Yaratımının her adımında kendisini yerden yere vurmaktan, varlığını, eylemini, eserini o tahttan bu tahta yerleştirmekten imtina etmelidir. Bir adam ki kendisinden ve çağından memnundur, o yazar değil sipariş hattının bir elemanıdır. Elbette her yazar kendisini sever, beğenir, eserinin üzerine titrer. Ancak içten içe bitmeyen bir eleştiri damarını da hayatta tutar. Farkındadır, hayat zor ve zorlayıcıdır. Hele yaşadığı ülkenin maddi şartları, kültürün, düşüncenin ve sanatın tekrar edip duran meseleleri, sosyolojik ve tarihsel gerekçeler durmaksızın çetrefilleşmekte, her tür karar anını gölgelemektedir. Yazı adamı, güç ve güçlünün hizasında durduğunda görmektedir ki, onun derdi ile güçlünün derdi bir türlü örtüşmemektedir. Güç, yazıyı ve yazı adamanı bir tür efekt, karaltı konumuna indirmekte, onu kendi ereğinin bir elemanı saymaktadır. Güç ve iktidar meselesinin düşünsel süreçler ve referanslardan kopuk, ataerkil, antidemokratik geleneklerle örüldüğü yerlerde, çatışma ve ayrışma ayrıca kaçınılmaz olmaktadır. Geçmişten getirilen ‘olumlu örnekler’ de eleştirel bakıştan uzaktır. Baki’yi Kanuni ile ananlar, söz konusu Taşlıcalı Yahya olunca susarlar mesela.

Patronaj ve hamilik müessesi üzerinde çok duruldu. Bu konudaki yorumlar, batı ve doğu kültürünün kendi dinamikleri ile elbette açıklanabilir. Ne var ki, özellikle edebiyat dünyasında artık böylesi bir sistemi güncelleyip işletmek imkansız. Çünkü yazar, kendi düşünsel bağımsızlığını kavramsal olarak çoktan kazandı. Güç ve iktidar (para ve her tür güç) yazıyı, bir yatırım ve destek kalemi olmaktan çıkardı. Destek, düşünsel özgünlüğün ve estetik bağlamın dışında, daha çok imaj ve promosyon kavramı etrafında dönüyor. Yazı, hala ele geçirilemeyen ve ne yapacağı kestirilemeyen alternatif bir alan olarak duruyor. Yazı adamının kritik tekil varlığı, parçalanıp çoğaltılmaya uygun olmayışıdır. Öyleyse, parçalanıp çoğaltılamayan, siparişin merkezine konulamayanlar, dışarıda tutulup ötekileştirilebilir. Yok sayılıp karartılabilir. Yalnızlaştırılabilir. ‘Yazarın sanatı, hüküm sürdüğü her yerde ancak yalnızlıkları çoğaltan yalanlarla ve esaretle ele ele gidemez’ der Albert Camus.

Uzunca bir süre, sipariş pastaların mumları üflenebilir, yaş günleri kutlanılabilir, alkışlar, paketler, hediyeler, mutluluk gözyaşları, havai fişekler ortalığı doldurabilir. Yazının ve yazı adamının ebedi dul, yoksul, tekil ve özerk alanı, küçümsenip çağ dışı bulanabilir. ‘Gözler Tamamen Kapalı’ ve ‘Otomatik Portakal’ın ruhu, radyoaktif bir sızıntı gibi çoktan yayılmaya başlamıştır da, zevkten, dört köşe yaşamaktan, kimsenin haberi yoktur bu sızıntıdan. E. Ienesco’un Gergedanlar kahramanı Berenger’e benzeyen yazı adamı ise, ‘ lanet olsun özgünlüğünü korumak isteyene, ne olmuşsa olmuş, ben de herkese karşı savunurum kendimi, son insanım ben, sonuna kadar da insan kalacağım, teslim olmuyorum!’ diyebilendir. Ya da…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.