Şairi uzun erekte savunacak asıl güç şiiridir. O şiire bakarak şairin yaşama katsayısını aşağı yukarı kestirebiliriz. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim ile temelleri atılan Modern Türk Şiiri 1950’lere gelinceye dek birbirinden kıymetli maceralar yaşadı. Bu macerayı tarihsel bağlamda modernlik ile ilişkilendirmek zorundayız. Çünkü çağın sanat ve düşünce iklimini modelleyen ana unsur modernizmdir. Ve şiirimizin modernlik çevrimi 2. Yeni ile tamamlanır. Bu tamamlanma ile beraber artık modern şiirimiz başkasına (batı) bakmaktan kurtulup kendisiyle ilgilenmeye başlamıştır. Bu açıkça şu demek: Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Dıranas, Asaf Halet, Tanpınar, Orhan Veli ve arkadaşları, hemen hepsi bir bir değerli ve büyük şairdirler. Ancak şiirlerinin arka planında çalışan batıya görelik mefhumu asla kaybolmaz. 2. Yeni şairleri ise kendilerine göreliği âdeta icat ederler. O sebepten, 2. Yeni’yi salt seküler, bir cenah ve grup atılımı olarak değil, modernizm karşısında milletçe ve yüksek derecede kazanılmış bir erginlik olarak görmek gerekir. Şiirde her zaman şairler birbirlerine bakarak yol alırlar. Bu yol alışta ortak ve büyük bir benzeşim doğabilir. 2. Yenideki durum ise bambaşka…
Şöyle: Yıllar önce, 2. Yeni üzerine doktora çalışmaları yürüttüğüm zamanda, Ülkü Tamer’e de başvurmuştum. Nişantaşı’ndaki evinde yaptığımız görüşmede kendisine 2. Yeni şiirinin batılı (Amerika dahil, Pound, Eliot vs) kaynaklarını ve bu kaynakların belirleme derecesini sormuştum. Tam olarak şöyle dedi: ‘Biz, 2. Yeni içinde şiir yazan şairler, batıdan çok birbirimizden etkilendik, birbirimizi etkiledik. Bu çok önemli bir hadisedir. Çünkü tek tek şairlerin bir yerlerden etkilenip beslenmesinden farklıdır. İçimizden birisi bir şiir yazdığı zaman onu beğeniyor, onu kendimize örnek alıyor böyle böyle kendimizi de ilerletiyorduk. Eğer bu etkin beslenme olmasaydı hem bu denli canlı bir şiir oluşmazdı hem de etkilenme şahıslarla sınırlı kalırdı.’ Ülkü Tamer’in bu açıktan ve yerinde tespitini değerlendirmek için şairlere ve eserlere bakmak gerekiyor: Turgut Uyar, Edip Cansever, Ülkü Tamer, Gülten Akın, Cemal Süreya, Ece Ayhan, İlhan Berk ve Sezai Karakoç’u güçlü kılan, benzerlikler içindeki değerli ayrılıklardır. Sezai Karakoç’u da bu değerli ayrılığın içinde aramak gerekir.
1950’nin ortasına yaklaşıldığında yayımlanan şiirler geneline bakıldığında karşımıza yüksek bir şiir sinerjisi çıkar. Her ne kadar şiir keskin bloklara ve taraflara ayrılmamış gözükse de yepyeni bir dil, sentaks, biçim ve insan tipolojisi belirir. Karşılaştığımız şey o güne kadar okunan şiirden atmosfer olarak ayrıdır. Beklenmedik dil oyunları, konular, imgeler, buluşlar, sürçmeler boy göstermeye başlar. Şair, merkezden (geleneksel dergiler, şiir yargıları vs) ayrı, birdenbire var olabilmektedir artık. Şair ve şiir ana belirleyendir. Mesela, pek bilinmeyen ve kısa sürmüş Şimdilik dergisinde “Geyikli Gece” ile karşılaşan okuru düşünelim: Yenilik içinde bütün şoktur yaşanan. ‘Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta/ Her şey naylondandı o kadar’. Ece Ayhan’ın dil saptırmaları, Edip Cansever’in şehirden çıkardığı jazz, Cemal Süreya’nın güncel Karacaoğlan tavrı, Gülten Akın’ın içe sızan kırgınlığı, İlhan Berk’in bir posta memuru gibi adres adres şiir araması az şey değildir. Fakat bir ayrıntı, bir fark, bir beliriş, bir boy uzatış dokunan kumaşın ipeğini artırmaktadır. Tamam, kumaş yine kalitelidir ama kaliteye kalite katmak başka... O, Sezai Karakoç şiiridir.
Sezai Karakoç şiiri ortaya çıkmasaydı şiirimiz yine tamamlayacaktı modernlik çemberini. Ne var ki bu eksik ve aksak bir modernlik olacaktı. Onun şiiriyle birlikte, Türkiye’nin insan ve hayat zenginliği yepyeni bir tipolojiye bürünerek de ortaya çıktı. Genç ve inançlı insan tipolojisidir bu .Özgüveni yüksek , ayrıksı, estetik ve hayatla ilişkilidir. Aşktır başlangıçta asıl ateşleyici unsur. Körfez, Şahdamar ve Sesler kitapları boyunca dönemin en özgün şiir toplamından birisi oluşur. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, dünyada olup bitenler, yoksullar her hangi ideolojik bir sipere daha yatırılmadan en üst insani ölçekte şiire dolarlar. Metafizik bir inanç mayasıdır. Hafakan, korku gibi örneklere rastlanmaz. Özgüveni yüksek şiir personası, insan adına tecrübe eder adeta her durumu. Hecenin tatlı ve esenlikli serbeste dönüştürülüşü kendisine has bir iç müzik yaratır. “Köşe” şiiri bunun en tipik örneğidir. Minimal olanla orkestral olan arasında salınımlanır şairin duyuşu. “Reklamlarda Yaşama” şiiri ne kadar minimalse “Şahdamar” o denli orkestraldir. Arkaik ve tuhaf bir güncelliği vardır bu şiirlerin. “Köpük” ile beraber kendi ufkunu imler. Aşktan aşkınlığa akış diyorum ben buna. İnsanı ve hayatı kendi tecrübesinden geçirirken ölümsüz olanla mayalama isteği diyorum. Bunu başarmış mıdır? Evet, neredeyse bütün batının da üstünden taşacak nitelikte başarmıştır Karakoç bunu. İnançlı insanın modern şiiri, Türk şiiri vasfıyla Paris ve Londra’da okunabilecek öz ve estetiktedir artık. Elbette bu okunabilme kapasitesi çağdaşı şairler için de geçerlidir ama onun heybesindekiler renk, koku, öz ve insan daha farklıdır. Böylece yanındakilerini de içeren geniş bir kucaklama gücüne kavuşur bu şiir. Onu tarihin gövdesi yapan da budur. Böylece zamana karşı kendisini savunma gücüne kavuşurken Türkçenin gücü daha bir yükselir.