Sesler müzik olup vurulduğunda. Yirmi iki yıllık bir körpe can toprağa düştüğünde. Dağ gerilip rüzgar uğuldadığında. Güneş yaklaşıp yaklaşıp dünyayı kavurduğunda. Batman’da sesler müzik olup vuruldu. Bir genç kız vardı. Sekiz aylık öğretmendi. Seslere bağlanmıştı. Aşıktı onlara. Oradan görüyordu. Oradan bakıyordu öğrencilere, dünyaya. Ekmeğe. Süte. Suya ve güvercinlere. Son anda sesler toplandı. Bir curnata, bir geçiş korosu, bir incelmiş ses harmonisi. Bir cehennem melodisi. Ölüm, bu barbarların arasından; bu kıymık kıymık, bu çiğnem çiğnem ölüm koparan vahşilerin arasından çekip aldı onu. PKK, dünyayı bir kez daha kana batırdı bir genç kızın saçlarında. Sese kurşun sıktı. İnsan için bir gençlik ve umut çağlayanı olan sese ateş etti. Oysa başlangıçta ses vardı. Ses insanın hamuruydu. Kurşunu ona, insanın özün;, o özün damarına, mayasına, ilahi müziğine, sudan yumuşak gülümsemesine sıktı. Sesler müzik olup vuruldu. Botan Çayı’nın kenarında iki üveyik birbirine küstü. Bir daha ötmeme yemini etti.
***
Batman’da PKK, eğitim-öğretim yılının kapanış gününde genç bir öğretmeni, bir müzik öğretmenini, yirmi iki yaşındaki bir can parçasını, bir emanet bakışı, bir içli nazarı, bir baharda kırlara doğru açılma, insan kalmanın şuuru içinde hayata tutunma arzusunu kanattı, parçaladı. Şimdi hiçbir lokmada tat yok. Gençliğin minesi çatladı. Boğazlar tuz. Şimdi hiçbir resim net değil. Şimdi sesler bulandı. Evet, sesler de bulanır. Sesler de kararır taş olur. Sesler de canlıdır. Bir sabah sisi gibi dolaşmazlar uzaklarda; bir merhaba, bir seni seviyorum, bir aşka düştüm, bir ne güzel yaşıyorum bugün, bir çiçeklere su verdim, çamaşırları serdim edasıyla hayat olur sararlar bizi. Sesleri çekip aldığınızda, onu vurup öldürdüğünüzde, bir canı değil, herkesin canını alırsınız.
Sesler müzik olup ağladığında. Sesler müzik olup ağladı. Dudaklarda. Yanaklarda. El içlerinde. Müzik defterlerindeki notalar eridi. Utandı, utanç duydu notalar sembol olmaktan, bir sesi karşılamaktan. Bu kez yirmi iki yaşında bir genç insanın gırtlağından çıkıyordu sesler. Melodiyle, aşkla. Heyecan bilgiyle sarmalanıyor, gencecik çocukların ruhuna akmaya çalışıyordu. Rengi, dili, dini yoktu seslerin. Gökyüzü gibi. Kim ona bakar kim kulak verir, kim resmini çizer, kim hangi bulutu, hangi kuşu çizerse onun oluyordu. Şimdi o gök bir çift göz kapağının ağırlığı ile kapandı. Ortalığın bunca karanlık bunca acı dolması ondan. Sesler müzik olup vurulduğunda Batman’da, bir kez daha ürktü dağdaki ceylanlar, börtü böcek taşa toprağa saklandı.
Her insanın günü uzundur. Batman’da katledilen müzik öğretmeni Şenay Aybüke Yalçın’ın günü ise artık herkesinkinden daha uzun. Bitmemiş bir gün onunkisi. Toplumun şuuraltına emanet bırakılmış bir ses, gelecek yemini. O günü kardeşlik, insanlık, hak ve hukuk yanında, birlikte varoluşun vazgeçilmez şartı yapamadıkça geride kalanlar; kötülerin, vahşilerin, zalim ve barbarların günü ona yetişecek. Onun bu uzun gününü elinden alıp gözkapaklarındaki masumiyeti de karartacak.
***
Sesleri vurdular. Ateş ve kurşun sesi; aşk ve umudu, gençlik ve bahar cıvıltısını boğdu. Ağzı kanlı naralar attı. Oysa ses, ne yana gitsek bizimledir. Seslerin vurulduğu bir dünya kalplerin sağırlığıyla soframıza oturur, etrafımızı ateş çemberiyle çevirir. Yirmi iki yaşında genç bir insan, sesleri yaşatıyordu. Her sabah, zamanın aynasından gümüş ışıltılarla koparıp çocukların kucağına bırakıyordu bir ses armağanı diye. Oradan kurmayı, kurtarmayı düşünüyordu insanı. Sonra, sesleri vurdular. Sesleri vuranların çenelerinde bir metal halka vaktin çukurunda dönüp kalacaklar. Ne çare ki sesleri vurdular. Yirmi iki yaşında bir genç kızın dilinden söküp aldılar. Dil bile dilsiz kaldı. Sessizliği bundan.