Mario Levi bir şehir yazarı olarak belirdi ve nihayette onu önde tutacak vasıf budur. Salt İstanbul’u yazdığı için tematik bir paranteze sığmak değildir onunki. Aksine, şehri yazarken şehirden çıkmayı başarmış olmasıdır. ‘Çıkmak’ bütün çağrışımlarıyla birleşir bu yazarlıkta. Doğmayı karşıladığı kadar olmayı fakat asıl başkaldırıyı imlemesiyle karakter kazanır. Çünkü onun ‘İstanbul Bir Masaldı’ kitabı kent konformistlerine çetez nevinden gıda değil, bütün bileşenleriyle yıkılıp talan edilen şehre adeta yakılmış ağıttır. Eleştirmenler ne ölçüde dikkat ettiler bilinmez ‘Bir Şehre Gidememek’ adıyla yayınladığı öykülerin iç ereği değil kitabın yukarıya taşıdığı düşünsel gösterge de bu bağlamın içindedir. Nasıl olur da şehirden ‘çıkma’ bir yazar, bir şehre dönemez.
Mario Levi’nin ilkin okuruydum. Zamanla tanışığı sonra da komşusu ve vakit elverdikçe dostu olmanın şansına kavuştum. Neredeyse 15 yıldır onunla aynı semtte oturuyorduk. Sabahın en erken vaktinde dünya ile kökten dertleri varmış insanlar gibi karşılaşırdık. Ben yürüyüşten dönerken o, ya civciv sarısı, ya fıstık yeşili ya da sürpriz renkli montunu çekmiş, elinde çantası bir yere gidiyor. Nereye gidebilir bir yazar? Tabii ki çalışma evine. Sadece kendisine ait kılacağı vakitlerin şevkiyle yazı mağarasına. Fazla oyalamadan ayak üstü tez zamanda bir sofrada buluşmak dileğiyle sözleşirdik. Ama bunu bir türlü gerçekleştiremezdik. Fakat, özleyiş pişmeye hazır hamur misali kabarırdı aramızda. Mario Levi, benden yaşça büyük olmasına rağmen yıl farkını aradan kaldırır en nitelikli yakınlıkla konuşurdu.
Türkiye’de kültür, sanat, edebiyat ve yayın hayatı ortak yoklama noktaları olurdu. Son olarak İspanya’ya gittiğini ve bir aile romanı üzerine çalıştığını heyecanla anlatırdı. Bu roman bitti mi acaba? Sevgili Ece Erdoğmuş Levi belki bize bunun müjdesini duyuracaktır. Mario Levi konuştuğu gibi yazardı ve sanimiydi. Hatta diyeceğim ender yazarlarda görülen güçlü bir mizah duygusuna sahipti. Ben ondaki bu mizah duygusunu birkaç yönden önemserdim. İlkin mizah sanat adamının sağlık sigortasıdır ve boş bir değirmen taşı gibi kendi kendini sürterek eritmesinden kurtarır. İkinci olarak mizah bir zeka manevrasıdır ve yazar kişiliği ihtimallerin kavşağında verime odaklandırır. Daha da önemlisi kendi üzerine ego burgularıyla yüklenmeden bir şey yapabilmenin özgür iradesini getirir. Şakayı, fıkra anlatmayı, din, dil kompleksine kapılmadan insana odaklanmayı başarırdı. Telefonda Paris’te geçen fıkranın ateşi sönmeden ölüm haberi geldi. Sanki böylece güçlü bir mizah yaptı.
Mario Levi sosyal bir yazardır ve hayattan çıkıp gelir. Her yönden ‘varlık’lı aile onda bir davranış, bilme, yaşama ve yazma kültürü olarak can bulur. Mario Levi, geçmişin labirentlerinde dolaşmak yerine hep bugüne odaklanır. Hemen bütün eserlerinde bugün ana hattır. İstanbul’a, nostaljiye, geçmişe, düne dönerken bile üstünde hep yaşadığı zamanın kıyafeti vardır. Bundan gocunmaz Mario Levi. Hatta güncel olanın aktüalitesine kulak kabartırken ruh fotoğrafını çekmeye çalışır. Ayrıntılı, oldukça ayrıntılı, bak burada bir yazar var bu bir roman, ben bunu bilerek, bilinçle yapıyorum dercesine uzun uzun, italik paragraflarla örülmüş bölümler kurmaktan çekinmeyen bir yazma yöntemi. Kendisine göz kırpmaktan, çelme takmaktan, gönderme yapmaktan zevk duyan bir Mario Levi.
Türkiye’de her kuşaktan ve her sosyo-kültürel çevreden onurları oluştu Mario Levi’nin. Birikimlerini atölyelerde öğrencileriyle paylaştı. Şehri nitelikli yapan elementleri şahsında toplamak için olağanüstü çaba harcadı. Edebiyat dünyasına şöhret olmanın, çok satmanın, baş uzatıp her çevrede zıplamanın moda olduğu günlerde başından geçen bir olayı kendisine has üslupla anlatırdı. Tüyap Kitap Fuarı’nın hayli civcivli olduğu günlerde Mario Levi de imza yapıyormuş. Kendine göre hatırı sayılır bir şöhreti olduğu için de önünde kuyruk oluşmuş. Mario Levi özenle kitaplarını imzalamaya başlamış. Arkadaş oldukları belli olan iki genç kız imzayı aldıktan sonra kendi aralarında konuşmaya başlamışlar. ‘Ecnebi yazar diye kuyruğa girmiştik meğer Mario Levi Türkmüş.’ Evet çok kişinin yerlilik pozuyla ortalığı doldurduğu süreçte Mario Levi şehre silinmez bir külliyat bırakarak gitti. Şehirden, İspanya’dan gelen Sefarad kökleri İstanbul toprağına kök diye karıştı. Nur içinde yat değerli ağabeyim. Dost ve komşum Mario Levi. Şimdi Moda’daki sabah yürüyüşleri bana daha burkucu gelecek.