Başkasının başına herhangi bir kötülük geldiğinde yaşanan sevinç diye açıklanıyor ‘schadenfreude’ kelimesi Almanca’da.. Anlamlandırma, insan dışındaki varlıkların başına kötü bir şey geldiğinde de aynı anlamı taşıyor mu yeterince açık değil. Hatta yaşanan sevinç açığa vurulduğunda mı yoksa dışa yansıdığında mı geçerli burası da muğlak. Ne var ki geçmişten bu yana insan denilen varlığın ‘schadenfreude’ hali hep olagelmiş. Çağımızın rekabete dayalı hayat sistemi neredeyse başkalarının başarısızlığına ve mutsuzluğuna bağlı. Eşitler arasında bile mutlak bir dengeden söz edilemez. Şansın, kaderin, fedakarlığın, müstağni olmanın değeri yoktur ‘schadenfreude’ sisteminde. Altta kalan canının çıkmasına razı olmalıdır. Alberto Manguel ile yapılmış uzun bir söyleşide karşılaştığım bu kavramın çekimine kapılmaktan alamadım kendimi. Uzun süredir masasında kaybettiği büyüteci bulmuşçasına sevindim. Üstelik demokrasi idealinin hızla ivme kaybettiği bir süreçten geçerken ‘yalan’ politikanın zırhı değil aslı olmaya evrilirken daha bir ilgilendirdi bu kelime beni. Çünkü yalan artık başkasının acısını yok saymanın meşru kılıfına bürünüyor.
Bir başkasının başına kötülük geldiğinde niye seviniyoruz? Herkes mi seviniyor artık yoksa kişiye veya duruma göre değişiyor mu? ‘Hayali Bir Hayat’ adını taşıyor Manguel’in sözünü ettiğim kitabı. İsviçreli yazar Sieglinde Giesel, pandeminin patlayıp da herkesin kapandığı bir zamanda Manguel’in çok katmanlı dünyasını dışarı çıkarmaya çalışıyor. ‘Hayali Bir Hayat’ başlığı, Manguel gibi bir yazarın gezginliği bile düşünüldüğünde hayli ironik duruyor. Fakat, söz ilerledikçe, ‘hayal’ kelimesi yerli yerine oturuyor. Daha da önemlisi kendi hayallerinin peşinden gidenlerin ‘schadenfreude’den ne kadar uzak durduklarını anlıyoruz. Kendisi olmak isteyene ‘rakip’ olarak varlığı her zaman yeter çünkü.
Fakat yine de çağ kendisi olma hakkını hepten almıştır insandan. Daha doğrusu, çağın saçmalık dahil bütün kötülüklerini örtmenin yolu, insanı başkalarıyla uğraştırmaktan geçer. İşi elinde tutan, işveren, güç, para ve iktidar sahibi, türlü kaygılar ve korkuların arasında, kendi meşruiyetini tartışmaya açmadan, dikkatleri işe yönlendirir. İşi kapmak içinse birisinin sürçüp tökezlemesi gerekir. Yetmedi, dışarıda iş bekleyen yığınlar, işi kazanmış olanı da tehdit eder. Doğrudan işten söz açtım fakat bu olgu hayatın hemen her alanında geçerlidir. Ferdin bir başına hayatta kalıp olan bitene başkaldırma gücü en aza inmiştir. Eğer toplum dinamikleri örgütlenmekten uzak ve demokrasiye bağlı hukuk değerleri ayak altındaysa vay bireyin haline.
Alberto Manguel gibi yazarlar şans yönünden nadirdirler. Daha başlangıçta ‘kendilik duygusu’nu öğrendiğini söylüyor söyleşide yazar. Yazıda başarıya giden yollardan birisi, adayın bir okur olarak karakterlerle özdeşleşme derecesidir. Binbir Gece ve Andersen’den itibaren onlarla özdeşleştiğini söylüyor Manguel. ‘Çocuğun olmak istediği kişi olmasına izin vermek’ olgusu nitelikli eğitimin temel vasıflarından birisidir fakat ne toplum ne de devlet kolay kolay buna izin vermez.
Koronavirüs salgını ve o kaotik günler geride kaldı ve dünya sanki böyle şeyler hiç yaşanmamış gibi davranıyor. Geçmişten yola çıkınca felakete alışmak ve olanı yüceltmek gibi bir hastalığı olduğunu söylüyor insanlığın Manguel. ‘…nüfusun çoğunluğu için adil olan bir yaşam tarzı bulunamadığını’nın altını çiziyor. Şiddete ve kana düşkün insanoğlunun önüne ne konulabilir peki? Herkes mutluluğu başkasının yenilgisinde arıyorsa hele? Susan Sontag’ın ‘Başkalarının acısına bakmak’ dediği şeyle örtüşebilir mi ‘schadenfreude’ bilinmez fakat, hala etkili anlatıların, edebiyat ve sinema dahil, acı ve kötü üzerinden yürütülmesi düşündürücüdür. Kendisini bir ‘okur’ olarak tanımlayan Manguel, Arap ve İslam dünyası için ‘felsefe ve şiirin birlikteliğine duyulan hayranlıkta, şiirsel ifadenin ideaya dönüştüğü başka bir kültür yok. Dini fikirlerin Yunan düşüncesi yoluyla İslam’a geçişini önemsiyorum’ değerlendirmesinden sonra, Yahudi olmaktan, Kanada’ Almanya ve Arjantin’e uzanan geçişkenliklerini dile döküyor.
Sanırım Alberto Manguel’i asıl kuran taraf daha erken yaşta, Buenos Aires’te, henüz on üç yaşındayken ‘her metnin, sınırları olmayan, sonsuz bir metin ağı içinde var olduğunu anlaması ve okuduğu metni diğer metinlerle ilişkilendirmenin zevkine varmasıdır.’ Aşırı bir yorumla, metinle insan kelimesini yer değiştirebilir ve her insanın sınırları olmayan sonsuz bir insanlık içinde var olduğunu, ve asıl başkalarının acısını anlayarak insan kalabileceğimizi iddia edebiliriz. Ömrünü okumaya ve kitaba adamış birisinin okuduğu ‘metni alıp kişisel deneyimine ve bir dünya deneyimine dönüştürmesi’ ni okurluğun üst merhalesi olarak görmesi şaşırtıcı değil. Edebiyat aleminde de insanın, nitelikli okurun aradan gittikçe çekilip, şekil, rakam ve şablonların dolayıma girmesi, ‘schadenfreude’ ile yakından ilgili olmalı.
Alberto Manguel. Hayali Bir Hayat. Yapı Kredi Yayınları. Çev: Orhan Düz.