İşte bir mini balıkçı teknesi nasibinden dönüyor. Ne kadar balık tuttu bunu bilmiyoruz. Ada açıklarından Sarayburnu önlerine doğru mu yol alacak bu da meçhul. Belki Üsküdar veya Kadıköy’de onu bekleyenlerle buluşacak. Emeğinin karşılığını semt balıkçılarından birine parasını alarak teslim edecek. Yarın sabah, ertesi sabah ve pek çok sabah, koşullar devam ettikçe işini sürdürecek. Bir balıkçı o. Bununla geçiniyor. Kendisine has bilgisi, cesareti var. Mevsimine göre iyi ve para eder balıklar çekmek istiyor denizden. Bolca lüfer. Arada iri bir levrek. Olmazsa kısmetin tayin ettiği çinekop, çupra, karagöz vs. Hayat çetin.Balık değerli. Tutku bitimsiz. Tekne hızla uzaklaştı. Geride cılız bir dalga izi ve sorular bıraktı.
Şimdi bu mütevazı tekneye bakan her bir göz başka bir şey düşünecek. Çokçası için bir manzara parçası. Peşinde üç beş martı, genişleyip daralan dalga eğrisi, ışık oyunu varsa cep telefonuyla resmi çekilecek. Bir andaki sonsuzluk ona şahit olanın duyarlılığı, kültürü ve zihninin işleyişine göre yeniden yorumlanır. Romantik bir duygu da barındırır böylesi bir görüntü. Kırçıl bıyıklı ve gözleri uzaklar avlayan balıkçı, tuz tutmuş beresinin altında, su geçirmez yağmurluğu ile sigara içmekte, fanilik ile yaşama isteği arasında motorunun sesi gibi titremektedir. Av sonrası uğrayacağı balıkçı kahvesinde dostları ile şakalaşacak, saatine her bakışta yarınki sabahın serinliğini hissedecektir. Şehir envanterinin pek silik bir unsuru olarak geçip gidecektir. Tuttuğu balığın hangi sofrada hangi iştahla yenildiğini ise bilmesi imkansız. Yeter ki balık olsun yeter ki balık tutsun. İri ve değerli olsun tuttuğu balık. Tezgah sahibi balıkçı kazansın. Bizimkisi yaşayacak kadar hayatta kalsın..
Boğazda, Ada açıklarında, Sarıyer önleri ve Kanlıca dahil Büyükdere’de her zaman böyle balıkçılar oldu. Ara Güler fotoğraflarına birer zaman noktası gibi yerleşen balıkçı tekneleri İstanbul’un nabzı da sayıldı. Balık, Ahmet Rasim’in adlarını saymaktan yorulmadığı balıklar şimdilerde birer hayal kahramanları. Ancak ne denizin huyu tamamen tükendi ne de insanın balık merakı kuruyup gitti. Gelecek çok ışıltılı olmayacak bu biliniyor. Denizsiz ve balıksız bir hayat pekala mümkün olacak. Ne var ki şehrin hafızasında, allı pullu dönüp duran balıkları hepten silmek için iyice barbarlaşmak gerekecek. Denizin sadece hayat verdiği parçaları değil imgesi de çürüyüp solduğunda hayat nasıl şekillenecek asıl soru bu. Belki duvarda resimler. Belki youtube videoları kalacak.
Daha minik tekneciklerde, Sarayburnu önlerinde ( Şair Nefi’nin boğularak denize atıldığı açıkta) sadece olta ile avlanan balıkçılar da var. Onlar, diğerleri gibi teknelerinin kıçlarına radar takarak avlanmıyorlar. Çokça tekne, radardan aldığı bilgilerle yön değiştirip hareket ediyor artık. Kısmetin kapalı ve sürprizli ışığına orada yer yok. Oysa bu olta balıkçılarının hedefi daha başka. Müşterileri ayrı. Balıkçı efendilerin çok seçkin müşterileri onların parmaklarının ucunda gidip gelen iple hayatın ayrıcalığını yaşıyorlar. Yolcu vapurları ve büyük yük gemileri dalgaları ile zaman zaman onları tehlikeye atsalar da çoktan alışkınlar buna. En uca gidenin dönüş korkusu olmaz dercesine dalıyor gözleri suya.
Bir de trol kullanmakta ustalaşmış geniş bir ekiple çalışan ve daha uzaklara açılan büyük tekneler var. Büyük ve çok balık peşine düşen. Mevsimli mevsimsiz avlanan. Balık türünün kökünün kazınmasında yetkililerle beraber birinci derece rol sahibi oldukları halde şikayetleri hiç bitmeyen. Gırgırlarla, gece yarısı, denizin ortasında bir hayalet gibi dolaşan tekneler. Onların dönüşünü bekleyen balık hali esnafı. Bir koloni görüntüsü taşıyorlar uzaktan.
Bir mini balıkçı teknesine dikkatle bakarak ve onu bir kartpostal malzemesi olmanın ötesine taşıyarak memlekette olup biten nice şey hakkında kendinizce fikir yürütebilirsiniz. Eğer hala düşünüyor ve bunu sürdürüyorsanız ithalcileri, balık ithalatçılarını da unutmazsınız. Parasını verdiğiniz zaman nasıl dünya denizlerinde tutulmuş balıkları tezgahlara yayabilir, yaşamanın şıkır şıkır keyfini böyle de sürebilirsiniz.
Bir başına avlananlar mı? Onlar var değil mi bir de. Kıyıda, köşede. Hani birine balık satma derdine düşmeden, sudaki izde balığın varlığıyla kendisini bir görenler. Dipteki incilere gönül düşürenler. Çok az, çok azdır onlar. Tıpkı tuttukları balıklar gibi eşsizdirler.