Ölgün yeşilden doygun sarıya oradan da küt kahverengiye geçen yaprak kümeleri soğuk kış esintisiyle sallanıyorlar arka bahçede. Sert ve tırtıklı karga sesleri, Marmara’nın derinliğinden yükselen şilep homurtusu a karışırken yapraklar daha bir titreşiyor. Tabiatta olduğu gibi hayatta da hiç bir şey birdenbire olmuyor. Süreç ile doğuyor ve süreç ile ölüyoruz. Sürecin sırrına varmak için de tek bir bakış yeterli değil, duygudan akıla, tecrübeden sabra, eleştiriden soru sormaya, tevekkülen isyana değin pek çok hal gerekiyor. Şu yapraklar yokluğa doğru adım adım yaklaşırken mesela bir süreci de taşıyorlar. Geçen ilkbaharda patlayışlarını hatırlıyorum. Sonra gün gün can buluşlarını. Bahçeyi şenlendirip neşeye boğuşlarını. Sadece bir ana inansaydık belki kafamız karışır, yanlış kanaatlerin arasında dalgalanırdık. O sebepten varlık ile yokluk arasındaki altın sebebe odaklanmaktan başka çare yok. İnsan eyleminden, duygu ve düşüncesinden hasılı hayatından sorumlu bir varlık olduğu için erdemli sayılır. Gitmenin de erdemi var kalmanın olduğu gibi.
Erdemden uzaklaşmak, yine ister bir fert ister toplum için söz konusu olsun, sorumluluk bilincinden kopmak anlamına gelir. Kant ödev ahlakı diyor bir yandan bu duruma. Güncel hayatımızın en sıradan akışından ruh ve zihin dünyamızı çekip çeviren onca olguya, sorumluluk yönünden bakmadıkça, hayatı da elimizde tutamayız. İnsanın erginliği ile toplumun gelişmiş kolektif bilinci tam da burada birleşir. Bir yerde sorumluluk sahipsiz kalmışsa, felaketin tokmağı davulun gergin derisine inmek üzeredir. Hatta inmiştir de çoktan kulaklar onu duymaz olmuştur. Zaten eskiler sorumsuzluğu tanımlamak için sözün bir kulaktan girip diğerinden çıkması örneğini kullanmışlardır. Diyeceğim, tabiatın yüksek sebep sonuç ilişkilerinde bile işleyen doğal bir akıl varken insanın bu aklı bastırıp başka kaçış yolları üretmesi düşündürücüdür. Çok ileri gidip şu arka bahçedeki yaprakların oluşunu da yalın tabiat aklı ile açıklayacağım ama duygularımın ona bulaşmasından korktuğum için muhakemede kalmayı tercih ediyorum.
Bir ülkenin ekonomik sistemi söz gelimi her yönden çökmüş ve insanının sahip olduğu maddi değerler adeta bir akbaba gagasıyla gün be gün didiklenmişse, bunun sorumlusu kendisini Prometheus gibi yüceltip kaderin trajik kahramanı mı sayacak? Onun nezdinde koparılan her et parçası toplumun alt şuuruyla mı doldurulacak? Eğitim hayatı başta olmak üzere neredeyse otuz yıldır ayak sesleri duyulan gıda sorunu, kentleşme ve toprak üzerine düşünmekten kaçışla değil de ithal duygu refleksleriyle mi açıklanacak? Toplumun düşünen beyinleri kitle psikolojisini bir aparat olmaktan çıkarıp büyük yüzleşmeye girişemeyecek mi? Onlarca medeniyetin yeşerdiği bir coğrafyada kültürel ve düşünsel vasatlık yanında, geçtik yaratıcı ve yüksek aklı, doğal aklı bile işletmeden, ayakta kalınabileceği mi sanılıyor? Günlük politika şehvetinin hazlarına boğulmuş bir grup üleşimci hiç mi Kubrick, hiç mi Pasolini izlemezler? Her bakımdan anakronik popüler kültür çanlarıyla inletilen televizyon dizilerindeki yitik akıl, bir kitle afyonu olarak daha ne kadar çiğnenebilir? Bu sahipsiz bırakılmış sorumluluk bir ateş çarkı gibi değdiği yeri yakmadan kaybolup gider mi?
Düşünmek ‘akletmek’ demektir ve ancak akletmeyi göze alanlar sorumluluğu sahiplenirler. Sorumluluk rakamları aşan ve onlarla açıklanamayacak bir kavram olarak sürekli önümüzden geçer. Aslında insanın sorumluluk bilincine varması için de çok gayret etmesi gerekmez. Elinde tuttuklarından vazgeçmesi yeterlidir. Çünkü kendi kazançlarını ve yığımlarını düşünenler, ötekinin hakkını düşünemezler. Bencilliktir sorumsuzluk. Ayazın kuruttuğu yüz gibi kararmış kalbi gösterir. Düşmanlarının hesaplarıyla gün geçirenler, gece gündüz söz mızrağı yontarlar. Ağızlarında ateş biriktirirler. Kendi bastığı yerin etrafında dönüp mülkiyet narası atmaktan kendilerini alamazlar. Sonra da...
Kendimizden çıkmayı göze almaktır sorumluluk. İleri toplum hukuk yaparak, adaleti sağlayıp özgürlükleri genişleterek gerçekleştirir bu çıkışı. Oradan kültürel ve ekonomik gelişme doğar. Hayatta kalma ve insanca yaşamanın doktrini sorumluluğunu gözetmektir. Kendi içine kapananlar ise hem sorumluluk almazlar hem de sürekli düşmanlar üretirler. Bir Çoban Yastığı (kar dikeni olarak da bilinir)bitkisinin bile hayret verici çiçeklenişi yoktur onların bu dikleniş/ dikenlenişinde. Dedim ya tabiatın doğal aklı bile yeterlidir çokça akledip gelişmek için. İki omuzumuzdan bastıran bu buz kütlesini eritmek için aklın güneşine bağlanmak yeter.