Arka bahçede kopan mini esinti süt tutmuş taze meyvelerle dolu ceviz dalını dalgalandırıyor. Görünmez gediklerdeki kuş yuvalarından cılız yavru sesleri yükseliyor.
Güneş sever ıtır yapraklı sardunyaların ve alt katın balkonunu yurt edinmiş kedilerin keyfine diyecek yok. Bu saatte o meydan savaşı naralarını hatırlatan cenkleşmeleri terk etmiş gözüken martıların şamatası hayli geri çekilmiş durumda. Bir an bir oluş arası kaplamış sanki her şeyi. Anın mayalanışı diyebilir miyiz bu duruma?
Yan binanın duvarından dökülme anını bekleyen boya yaprakcığına sorsak her şey fani. Gökte süzülen uçak metal bir ağırlık olarak germeye çalışıyor ortamı ancak birden kopan serin esinti sadece ceviz dallarını değil çiçeğe durmuş oya ağaçlarını, at kestanesi, defne, incir ve dutları da neşelendiriyor.
Bu kuzeyden, yapı aralıklarından, şehrin gediklerinden kopan rüzgarcıklar da olmasa belki insan hepten ölüme inanacak. Bir süreksizlik mayası vaktin suyuna karışacak.
Arka bahçenin saltanatını olmasa bile varlığını yakından idrak eden canlılardan birisi de mor yonca. Kaç yıl önce mini bir fide olarak konmuştu buraya. Pembe moru çiçeklerini döküp de bütün görkemiyle ayağa dikildiklerinde bir afet gibi salınıyor, bütün güzellik iddialarını altüst ediyor.
Bir çift kelebek gibi katlanıyor güneşte yaprakları. Gölge sanki onun asıl diyarı ve varlığında bir gedik açılmasın diye bitkisel bir içgüdü ile kalkanını çıkarıyor. Kargalar, pervasız kırlangıçlar, çift dolaşan kumrular, ürkek serçeler kendilerince bir döngünün çemberini çeviriyorlar.
Bu saatte, beni bu balkona atan sorudan elbette habersizler. Ancak bu bir oluşssal kayıtsızlık değil. Onlar sayesinde soru daha bir olgunlaşıp anlamına bürünüyor. İşte dinen son esintinin yerine yenisi koptu. Üşenmesem, saat tutsam onun bile bir sürekliliği var. Tabiatın nefes alıp verdiğini telkin ediyor bu her seferinde yenilenen esinti.
Karşı apartmanın balkonuna takılmış klimanın biteviye dönen pervanesindeki süreklilik değil bu esintideki süreklilik. O insan yapısı bir makinanın sayısallığı ile bağlı. Doğum, hayat, kişilik, dil, tarih insanı öyle bir yoğurup şekillendiriyor ki, insan her idrak anında bunun gedikleri ile karşılaşıyor.
Tuzu kurular, vurdum duymazlar, gününü gün ediciler, gelen ağam giden paşam deyiciler için bir karşılığı olmayabilir bu gediklerin. Zaten onların gedikten anladıkları yapı gedikleridir ve ilk elde hemen onarılabilir. Rüzgarın serptiği duvarda yeşerip tutunan incirin açtığı gedik umurlarında değildir. Benlik, kişilik, kimlik, oluş sürekli hayat gülleleri ile dövülüp dururken kulaklarını kapatırlar.
Oysa ruh gediği dediğimiz bir şey var ve o bütün gediklerden naif ve korumasızdır. O bazen bir baba sesiyle, bir nazarla, bir ölüm haberiyle, rüyada zihne atılan bir düğümle, okunan bir kitap, izlenen bir filmle açılır. Şair ve şiir en çok orada yaşar. Ne iğne iplikle dikilir ne beton sıva ile kapatılır.
Belki de çokça asıl oluş için bu gediğin açılması, insanın yücelip gelişmesi için onu tecrübe etmesi gerekir. Ruh gediği nadir insanlarda nadir onarım dili bulur. Bir cümle ile hızla iyileşir.
Bir kelime ile hızla açılır. Ruh gediğini bilip bilip duymak için de rikkatle işlenmiş duyarlıklar, bilgi ve görgü ile geliştirilmiş davranışlar edinmek gerekir. Kişi, ruh gediğini bilip duydukça, toplum ve tarih tarafından kendisine savrulan güllelerin farkına varır. Onu küflü yüceltiş ve karanlık kutsamaların dışında apak bir ışığın mahremiyetine çıkarır.
İnsanın öyküsü biraz da sanatın açtığı ve insana gösterdiği ruh gediklerini bilmekle ilgilidir. Bilim, psikiyatri, tıp, sosyoloji, psikoloji, ahlak bilimi, din, felsefe kendisince görüp anlatacaktır bu ruh gediklerini. Ancak sanattır ki aşka pek benzeyen bir yetkinlikle görüp gösterecektir onu.
Çünkü insanın ruh gedikleri en genel anlamda aşk evreninin çevresinde döner. Aşk olmakla aşkı yitirmek arasında gıcırdar insanın varoluşu. Bütün kimlikler, meslekler, güç ilişkileri, tabiatın insana bağışladığı bu biricik oluş imkanına yakınlık ve uzaklığa göre yerini bulur.
Şimdi şu ikide bir kopup duran esintiye sorsak bize hiç bir yanıt vermeyecek. Sardunyanın aklı, mor yoncanın nazı, ceviz dalının huyu, kırlangıcın hızlı dönüşü de suskun kalacak. Ancak, asıl bu suskunluktaki ruh gediğini duyan bir kulak kendi ruh gediğini de bilip sevebilecek.