Zihniyet dünyasına dair konularda kesin ve bağlayıcı hükümler vermenin uzun erekte yarattığı bir dizi sıkıntılar hep vardır. Resim yasağı meselesinin sebepleri kadar sonuçlarını bütün bağlamlarıyla tartışabildiğimiz bile söylenemez mesela. Şimdi böyle bir yasak yok ama geçmişin bugüne yansıyan basıncı hepten yok sayılamaz. Sanat , düşünce ve bunlara bağlı estetik kavramsal olduğu kadar pratik bir ölçü sorunudur ve her sonuç asıl yarattığı değerlerle anlamını bulur. Teorik olarak resmetmekten kaçınılamayacağı hatta varlık olarak buna hakkının olmadığını düşünürüm hep insanın. Çünkü resmetmek ilkin zihinde görmeye ve duymaya bağlı kaçınılmaz bir etkinliktir. İnsan ilkin hareketle sonra da duyuş ve güzellik zevkiyle onu olgusal uygulamaya dönüştürür. Ezra Pound’un ‘şiiri çeviri içinde çeviri’ diye yorumlaması türünden bir olgudur sözünü ettiğim. Resmetmek görsel ve duyusal olarak resim içinde resim yapmaktır.
Resimli Cumhuriyet Din Kitabı, yazarın da uzmanlığı göz önünde tutulduğunda, resim yasağı gibi bir konuyla ilgili olmadığı halde yarattığı çağrışımla kendiliğinden bir soruya dönüşür adlandırılmasıyla. Resim olmadan adeta her şey boşluğa düşer. Ve İsmail kara resimleri belge olmanın ötesine taşıyarak simgeleştirir. Cumhuriyet İnkılaplarının yaratıp/ dayattığı normlar öylesine sıradan ve romantik başlıklar değildir ayrıca. Kuruluşunun ilk simgeleri ve metinleri daha çok din içi bir tematik akış taşır. İsmail Kara, girişte bu iç tematiği yerli yerine oturturken elbette Hilafet, Tevhid- i Tedrisat, Tekkelerin Kapatılması ve Diyanet Teşkilatının kurulması benzeri başlıklardan hareket eder. Bu kaçınılmazdır çünkü Cumhuriyet bir yandan kurarken yeni ontolojisini mevcutları yıkarak ya da mesh ederek ilerlemeye çalışır.
‘Şahsi olan şey bir temsiliyet kapasitesine sahip değilse umumi durumu açıklamak için çok fazla bir mana ifade etmez’ cümlesini kuruyor girişte İsmail Kara. Yazarın konuyla şahsi macerasını bağdaştırmak için çizdiği bu perspektif aslında kitaptaki malzemenin karakterini de aydınlatıyor. Yüz yılı geride kalan Cumhuriyet bugün büyük bir kabul görüyor toplum katmanlarında. Fakat bu kabulün geriye bakışta sergilediği kırılmalar, çatlama ve acılar biteviye sargılarla dindirebilir mi? Yüzleşememek bizim en baskın yanımız. Geçtim yüzleşmeyi gerçeğin karşısında sakince oturabilme hünerine bile hala sahip değiliz.
Cumhuriyet denilen sihirli değenek onu ele geçirenin yönettiği orkestradan çıkarılan sesler geçiti. Yüksek yaratım örnekleri değil. İ. Kara’nın birbiri ardına sıraladığı tartışma başlıkları bir yana ben yine kullandığı görsel malzemenin ‘temsiliyet kapasitesi’ne vurgu yapacağım. Resimli Cumhuriyet tabirini salt bir kitap sunma şekli, belgeleme tercihi değil asıl dolayımladığı imgesel düşünceyle irtibatlandıracağım.
Mesela, kitabın ilk görseli, üstüne beton dökülüp taş duvara malzeme yapılmış sarıklı mezar taşını ele alalım. Onlarca sayfada kurulacak cümleden daha güçlü değil mi? Resmetmenin maneviyatıyla boy ölçüşebilecek cümleyi kurmak o kadar kolay mı? Sadece yeninin eskinin boğazını sıkması diye mi düşüneceğiz onu? Eski ile yeninin birbirine karşı estetik ölçüsüzlüğü olarak mı yorumlayacağız. Yoksa aynılığın büyük trajedisinden yükselen çığlık mı sayacağız? Bu bakanın görme kabiliyetine kalır elbette. Sonuçta, görsellikten korkmanın çok gerisinde insanın antropolojik yaraları barınır.
Cumhuriyet Anadolu’da kuruldu fakat orada tek başına sabit kalamayacağı hareketli bir tarihsel coğrafyaya aitti. Doğu- Batı salınımı kaderi değil aksine değerli vasfıydı. Bu sebepten, vasfı üzerine değil karşıtlık eksenine yerleştirdikçe kendini içinden çıkılamaz sonuçlara sürükledi. Laiklik, Avrupa, Harf Devrimi , Şapka Devrimi vs vs Batı ile kurulan dengesiz irtibatların sonucuydu. Ve bu dengesizliği yaratıcı hamlelerle destekleyecek, savunma aktı, düşünce dahil hemen her yönden güçlü insan toplamından mahrumdu. Cumhuriyet ve değerlerine görece karşı olanların da niceliksel ‘görüntüsü’ zayıftı. Fakat en sıradan fotoğraflara yansıyan temsili kapasite olağanüstüydü. Sadece sıradan fotoğraflar değil kurumsal olanları da öyleydi.
Eğer üç ciltlik anıtsal toplamı sağlıklı ve özgüvenle okuma başarısını gösterebilirse Türkiye, başta iktidar olma ve onun aparatlarını toplum katmanlarına doğru işletme konusunda da düze çıkma fırsatını yakalayabilir. Öteki türlü Neyzen Tevfik’in ‘ Saz yine o saz bir vuran el değişti’ tekrarından kurtulamadığı gibi tarihe bir millet olarak değil bir söylem olarak saplanmanın önüne de geçilemez.
İsmail Kara. Resimli Cumhuriyet Din Kitabı. Dergah Yayınları.