Klasik dünyadan modern dünyaya geçişin temel göstergelerinden birisi de sanattaki geleneksel patronaj sisteminin değişmesidir. Geleneksel, eski dünyada, Şah, Kral, Padişah, Han sanatı ve sanatçıyı destekliyor bunun karşılığını da övgü olarak fazlasıyla alıyordu. Sanatçının payına düşen ise hatırı sayılır maddi bir yekün tutuyordu. Destekleyenin bizzat kendisinin hem estetik beğeni düzeyi yüksek hem de sanata teşneydi. Bir tür karşılıklı denge bağımlılığı vardı ortada. Değersiz olan desteklenmediği gibi değerler arası gizli bir yarış bile vardı. Sanayi çağı, modernleşme, kentleşme ve yeni hayat anlayışı bu dengeyi bozdu. Sanat ve sanatçı patrondan ayrıldı. Bağımsızlaştı. Doğrudan ve dolaylı sanat dallarının her birinde ortak ve farklı süreçler yaşansa da en gözle görülür olan edebiyatta olup bitendi. Şair, yazar patronu olmadan ayakta kalabilirdi artık.Batı dünyasındaki şair/ yazar tipolojisinin değişimi bu yönden ilginçtir.
***
Bizde ise padişahın yerini adım adım devletin alması üzerinde yeterince durulmadı. Padişah öteden beri kendisi de şiire / sanata düşkün bir özne olduğu halde devlet bir zihniyet ve mekanizmadır artık. Ve bu sebepten birden fazla bileşenlere sahiptir. Bu bileşenler sanatı ve sanatçıyı kendi yörüngesinde tutmaya çalışır. Nitekim Osmanlı’nın son dönemlerinde devlet ile karşı karşıya gelen aydınlar topluluğu Cumhuriyet başladığında büyük oranda etki kaybına uğramışlardı. Cumhuriyet ise başta 150’likler hadisesiyle ilk hamlesini yapmış fakat kendi içinde bir destekçi grubunu yeşertmekten geri durmamıştı. Ülkede hala devlet aklı, sanat ve düşüncenin kritik değerinden haberdardı. Bu yüzden mesela Kadro dergisinin ne anlama geldiğini biliyor ve gerektiğinde karşı hamle yapmaktan geri durmuyordu. 1950’li yıllara kadar tek parti rejiminin yoğun baskısına rağmen resim, tiyatro, çeviri, şiir, edebiyat, mimari alanlarında tekil şahsiyetler yaratıcılıktan düşmediler. Yine devlet devredeydi. Sanatçı geçinebilmek için devlete yine muhtaçtı ama hemen pek çoğunun gerisinde aileleri vardı. Yine de devlet söz dinlemediğinde S. Ali’nin kafasına kurşun sıkacak kadar devredeydi. Nazım’ı süründürecek derecede devredeydi.
***
Devrede olan başka bir şey vardı, o da edebiyattı. Edebiyatın kavramsal gücü ayaktaydı. Toplumdaki iyi edebiyat iştiyakı hala vardı ve sanatın itibari değeri yüksekti. Hala çoğu devlet memuruydu yazar ve şairlerin ama politik patron henüz kavramsal olarak güçlü değildi. Ne zaman ki köylerden kentlere göç başladı ne zaman ki toplumun sosyal dengesi sarsıldı, ne zaman ki oy bir yatırım değeri kazandı adım adım adına ‘politik patron’ denilen figür temayüz etti. Bu figürün bütün derdi oy ile elde ettiği gücü bir ana dağıtıcı gibi kullanmaktı. Sanayileşme yeterli düzeyde değildi. Eğitim seviyesi hızlı yükselmiyordu. Politik patronun ‘vaad’ olarak kavramsallaştırdığı şey bir güven ütopyası olarak beliriyordu. Herkese iki anahtar paradigmasının at başı gittiği bir ortamda mesela, insanlara sanat, düşünce ve edebiyatın dinamiklerini anlatmak kolay değildi. Popüler kültür alıp başını çoktan yürümüştü. Politik patron da popüler bir ikondu.
Türk Edebiyatının asıl mucizesi bu baş döndürücü ve normal olmayan sürecin dışında kalmadan kendisini inşa etmeyi başarmasıdır. Mesela, Adalet Ağaoğlu gibi bir mucizeyi yaratabilmiştir. Adalet Ağaoğlu politik patron olmaksızın hatta ona karşı anlamını bulur. Bu anlamın Cemal Süreya’daki yüzü başka Sezai Karakoç’ta başka derinleşir ama Necip Fazıl’da bir karakter sınavından geçer.
***
Politik patron bugün her zamankinden daha belirgin bir figür olarak belirmektedir. Bir tür ikame ilk dönem Cumhuriyet devletçiliğinin hakim olduğu günümüzde, kurumlar, medya, devlet organları, sponsorlar, dağıtım şirketleri eliyle kültür sanat yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Tek tek sanatçının, şairin ve yazarın, ideolojik taraf olmaksızın kendi hizasında durmasının bedeli ağırlaşmaktadır. Politik patron yüksek haklılık katında oturduğuna inanmakta, varlığının efektinin yazar tarafından canlı tutulmasını beklemektedir. Oysa özgün ve birinci sınıf sanatçı için çoktan çağ dışı kalmış bir tutumdur bu. Bu oyunun içinde taraf-karşıt olarak kalanların da bir geleceği hiç yoktur. Politik patron bir dilden doğmaz sosyolojinin icadıdır.