Selda Bağcan’ın sesine teslim oluyorum ilkin. Karadeniz’in sisli zirvelerinden kademe kademe sahile beni indiriyor. Doygun yeşilliklerin arasından özenle geçirip sakin bir köşe arıyor nefeslenecek. Her ne kadar kemençe geride kalsa da onun lirik ve içli nefesini daha bir duyuyorum. ‘Kemençe dut ağacından kainata üflenmiş bir fısıltı’ diyecek oluyorum, Selda Bağcan’ın sesi iki kolunu yana açarcasına ‘Atma hakkı atma pişman olursun’ diye gürlüyor. Biraz 1960 sonrasının kitle narası var bu gürleyişte. Fakat bana hiç yabancı değil bu ünleyiş. Bir yeni yıl sabahında Hopa Sahili’nde kucaklaşmıştık onunla. Kainat bir dalga görkemi kazanmış ve beni âdeta Karadeniz’in bilinmez derinliklerine çekmek istemişti. Kemençe, Kıpçakça’nın bir eski zaman gezgini gibi mırıldana mırıldana yitip gidiyordu muhayyilemde. Yayı, kelime toplamaktan yorulmuş yetimdi hepten.
Bir şeyi sevdiyseniz ve peşine düşmek isterseniz Youtube işinizi kolaylaştıracak verilerle dolu. İbrahim Can’ın daima genç kalan duru, ince ve incelikli sesine konup da ‘Giresun Eşref Bey Türküsü’nün meftunluğuna koyulursanız şanslısınız. İbrahim Can diğer okuyuculardan farklı olarak ‘Atma hakkı atma pişman olursun’ dedikten sonra, Giresun beylerinin peşine, Giresun gençleri sözünü de katıveriyor. Nedense bu tasarruf ona yakışıyor. Hem türkünün öznesi Eşref Bey’in gençliğine hem kendi sesine hem de Giresunlu gençlerle birlikte tüm gençliğe ulaşmayı hedefliyor. Seyirci önünde okunduğunda elle tempo tutulan ‘Eşref Bey Türküsü’ aslında pek çok türkümüz gibi hikâyesiyle can yakıyor. O yüzden İsmail Hakkı Demircioğlu’nun okuyuşu ağıt havasında ilerliyor. Vefasızlık mı onu yaratan? İnsan psikolojisinin çentikleri mi? Otantik bir aralıktan ölümün yuvarlandığını duyuyorsunuz.
Bu türküyü ilk duyduğumda sazların keskin ve tok vuruşları dikkatimi çekmişti. Kararlı bir insanın yere ayağıyla vuruşunu hatırlatıyordu. Sesin duyguyu daha ilk hamlede duyuruşu, sazların atılırcasına birbirine katılışı benim gibi müzik eğitimi almamış birinin bile dikkatini çekiyordu. Sanki gerilmiş de kopacak bir halatın tokurtusu hissediliyordu. Sesten ritme bağlanan örülüşler olağanüstüydü. Onu besteleyen ruh belli ki çok içliydi. Ve ‘Giresun üstünde vapur bağrıyor’ diye söze girince ip kopuverdi. Vapuru bir insan gibi düşünüp ‘bağırtmak’, şehre sokulurken hikâyenin önünü açmak az başarı değildi. ‘Eşrefin yarasın doktor bağlıyor’ diye devam eden söz, Anadolu’da bir şekilde karşımıza çıkan hasımlık olgusunu kan şafağı parlaklığıyla yine capcanlı, tüm çehresiyle önümüze seriyordu.
Giresun Karadeniz’in büyük bir parçası olsa da tıpkı Samsun gibi Trabzon, Rize hattından ayrışır türkü diyalektiğinde. Karadeniz topyekün canlı bir sosyo- kültürel ekoloji olsa da kendi içinde keskin geçişler içerir. Görele, Tirebolu gibi belirleyici merkezlerin rolü yadsınamaz bunda. Eşref Bey türküsünü de yaratan ses bagajı sanırım bu geçişkenliklerden süzülüp gelir. Ve elbette sonunda türkünün asıl yaratıcısına ulaşırsınız. Bugün de, adına Eşrefoğlu türküsü yakılan Eşref Bey Giresun’da tanınıyor. Türkü Giresun’un simgelerinden birisi. Türkiye’de türkünün bunca sevilmesine rağmen yeni türkülerin çıkmaması ise düşündürücüdür. Tekil insanın gittikçe aradan çekilmesi, popüler kültürün basıncı, kır kent dengesinin bozulması asıl sebep midir düşünmeli. Fakat, Piçoğlu Osman’ı tanımak az şey sayılmaz.
Olumsuz çağrışımına rağmen piç, yavru demektir. Şıvgın benzeri yorumları da içerir. Halk ağzında ele avuca sığmaz, kendi başına buyruk, sıradışı ve genç kişilere bu sıfat kullanılır. Piçoğlu Osman’a babası üzerinden verilen bu ünvan, belli ki onun hep önüne çıkmış. Bazı kayıtlarda biceoğlu, bece gibi tuhaflıklara bürünmüş. Dil söz konusu olunca hiçbir kanun işlemez. Piçoğlu Osman yaratıcı vasfıyla her şeyi altüst eder. Youtube’da ‘Eşref Bey Türküsü’nü onun sesiyle dinlemeye başladığınızda sadece zaman değil sebepler de değişir. Kemençe nazik bir gökgürleyişi havasıyla adım adım kalbinize sokulur, Türkçe’nin Giresun toprağında sarmalandığı tat, bir lezzetli yemiş gibi dimağınıza sayılır. Selda Bağcan ve İbrahim Can’da güzel ve etkileyici okuyuş, Piçoğlu Osman’ın tavrında her şeyin kendisi olur.
Anadolu’da, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Muğla, Rize, Van, Kırşehir hiç fark etmez, müziği yaratan adamlar, insanın öyküsünü gelecek vakitlere mitoloji bilinciyle sesleyen varlıklara benzerler. Bir yanda kendi mitolojilerini örerken diğer yanda şimdilerde birbirine benzeye benzeye iğdiş edilmiş halk denilen madenin asıl unsuru olurlar. Bilmem, Piçoğlu Osman’ı bilip dinlemek az şey midir? Şu her şeyi bilen böbürlü ve şişinik dünyamızda? Her şey hızla birbirine benzemek için yarışırken. Piçoğlu Osman’ı dinlemek bir düşünce egzersizi gibi geldi bana.