Saf düşünce ve has sanat sonuçta iktidar değil özgün ve biricik olmayı hedefler. Temiz iktidar yoktur ama kutsal inanç ve yüce idealler vardır. Sanat ve düşünce ona koyulabilir. Kelimeler, nesneler, olgular, düşünceler bir maden gibi işlenerek insan varlığına armağan edilir bu yolla. Yüksek duyuş ve idealler öylesine çekicidir ki günlük kavgalar, güç çekilmeleri, köpük değerindedir. Ancak gelip geçici çatışmaların ve insanı birbirinden ebediyen ayırmayı düşleyen ideolojilerin kavgasıdır iktidar. Gelir ve geçer o kadar. Oysa özgünlük ve biricik olma idealiyle benzerlerinden ayrışmakla kalmaz, kendi yaşama katsayısını da artırır düşünce ve sanat. Düşünür ve sanatçılar, ruhlarının yüksek fırınında yanarlar sürekli. Filozoflar, yazarlar, şairler, ressamlar, müzisyenler, her biri daima birer özne-etkinlik olarak bulunurlar yeryüzünde. Özne, kendi etkin yetkinliğini diğer özneler için de sınar düşünce ve sanata girişerek. Yokluğu, yoksulluğu, ölümü göze alır varoluş adına.
Düşünce adamı da sanatçı da gökten zembille inmez. Fildişi kulesinde oturup keyfince tütün çekmedikleri gibi şunun bunun sofrasına konmazlar. Ekmek dişlerinin en sert gıdasıdır. Tanrı’nın veya başka bir gücün işaret parmağı yoktur üzerlerinde. Ki bazen böyle tablolar çizilir, yakıştırmalar yapılır onlar için. Acı acı ve içten içe güler gerçek düşünce ve sanat insanları buna. Yalın yalnızlıkların içinde böylesi ilahi ve kitlesel kutsayışlardan hicap duyarlar. Çünkü nice çetin sınavdan, iç hesaplaşmadan, zorlu şartlardan geçer düşünce ve sanat insanları. Hayat gerçekliğin en çamurlu yoludur yürüyüşlerinde. Onlar birileri adına birileri için çalışmazlar. Her tür sınır ve tanımdan beridirler. Belli kategoriler içine sokulmaları kendilerinin bir talebi değil hayatın düzeninden dolayıdır. Elbette en iyisi olmak isterler her konuda. Benlikleri büyük meydan okuyuşların ve ateşli iddiaların diline de kapılabilir. Ancak bilirler ki asıl aşılması gereken kendileridirler. Kendilerinden önceki büyük eserlerdir. Bunu başarabilenler de düşünce ve sanat insanı olurlar.
Öteden beri, doğuda ve batıda sanat yapanlar, fikir üretenler cephe elemanı gibi de vasıflandırılırlar. Böylesi bir gelenek de var ne yazık ki. Güç savaşlarının karmaşasında yolunu, yönünü yitirenler de olur büyük düşünce ve sanat insanları içinde. Mussolini’nin yanında Ezra Pound görülebilir. Heidegger’in zihni sürçebilir bir dönemeçte. Ahmet Hamdi Tampınar, İnönü’ye hayran olabilir sinik bir iç dolguyla. Fakat onlar hatalarına, yanılgılarına herkesten daha fazla sahip çıkarlar. Ya da kirlerini örter sanatları. Bütün cepheler doğaları gereği propaganda diline bürünürler. Siperdekileri hücuma hazırlamak, geride kalanları diri tutmak adına cephe övgüsü isteyebilir güç sahipleri. Bunu kendilerine özgü gerekçelerle hak da görebilirler. Oysa hep bir tereddüt rikkati taşır hakiki sanatçı. Biri tarafından seçilmiş ve görevlendirilmiş olmayı kendi ontolojisine yediremez. Nihai karar, seçim ona ait olmadıkça bir vazife eylemine dönüşür düşünce ve sanat. Buradan da uzun vadeli, özgün, yaratıcı ve kuşatıcı bir değer çıkmaz. Düşünce kayıtsızlık sanatı olduğu kadar sanat da özgürlük düşüncesidir.
Günlük olayların akışı sel olup önüne kattığı her şeyi sürükleyebilir. Sanatçı ve düşünür, öngörüleri ve sağduyularıyla bir tür kahinlik yapar topluma. Ne var ki olay öncesi olgusal bakıştan kimseler hoşlanmaz. Çünkü o an da olaylar olup bitmekte, kitleler ve güç odakları sanat ve düşünceden anlık destek ummaktadır. ( Artık nadiren oluyor dünyada böyle talepler.) Ne zaman ki birileri, bir vesileyle tekrar düşünce ve sanatı hatırlamakta,( bu hatırlayışın gerekçesi de genellikle her ikisinin varoluş gerekçesine uygun değildir) bu kez herkesin elinde bir defter kalem cephe sayımına girişilir.
Umulur ve beklenir ki, ilerlemiş toplumlar ve demokrasiyi inanç ilkesi belirlemiş yönetimler, özgür düşünce ve sanata yataklık edebilsinler. Onların nefes alıp verebilecekleri iklimin derdini taşısınlar asıl. Stepne olarak kullanacakları iktidar payandası aramasınlar. Bu olmadığı halde, fikir ve sanat, siparişle ve niyetle, kendiliğinden gelir, seve seve gücün hizasına yaklaşır beklentisi kabul edilebilir değildir. Zaten böyle bir beklentinin çevresi uzun süredir ‘sanatçı ve düşünür’ sıfatlı görevlilerce, tayin ve talep yoluyla doldurulmuştur. Kasaları dolup göbekleri yağ bağlayan böyleleri üzerlerine de alınmazlar söylenen sözleri.
Düşünür ve sanatçı bir kum zambağı gibidir. Pancratium Maritimum olarak nadir yetişir, vitrin ve süs familyasından değildir. Her davul çalındığında meydana fırlamaz. Tokmaktan uzak durur. Zurnanın aşkına kapılıp meydan güreşine çıkmaz. Altını, hilati, ödülü, madalyayı reddeder. Varoluşun derin duyuşları ile tükenip yok olma eşiğine gelmiş insanlık durumunu daha köklü akıl edişler ve üsluplarla dillendirmenin derdindedir. Dar zamanlarda sayılı aktüel günler hesabına kanını coşturmaz. Sayı, güç ve para ile de tartılmaz. O yüzden iktidara da hiç gelmez.