Modern şiir için ‘kapmalı şiir’ kavramını icat eden Meksikalı şair ve düşünür Octavio Paz, şair ve okuyucu için de özgün yorumlarda bulunur. Ona göre; ‘şiiri yazan (yaratan) şair ise eğer, onu yeniden yaratıp (yazan) okurdur. Bu ikilinin ortasında parlayan hakikate de şiir denir.’ Özneden özneye konumlanışın çarpıcı bir ifadesi kabul edebileceğimiz bu yorumu başka alanlara ve durumlara elbette aktarabilir ve yeni dayanaklar elde edebiliriz.
Kültür dediğimiz hadise de tam böyle bir değerdir. O, özneden özneye bir akıştır ve ancak bu iklime sahip oldukça etkisini sürdürebilir. Kültürü yaratan özne ile onu kabul edip paylaşan özne arasında neredeyse ontolojik bir eşitlik vardır ve orada kimse kimsenin sınırına müdahale etmez. Dahası bu konumlanış, birbirine karşı özel bir çekim alanı yaratır. Özne özneyi çektikçe, yaratmanın ve kültürel bir atmosferde yaşamanın zevk ve estetik kat sayısı yükselir.
Kimi yaklaşımların kültürü tehlikeli, gereksiz hatta zararlı bulması bir yana, üzerinde asıl düşünmemiz gereken nokta, kültürden söz açanların onun hangi özneler tarafından gerçekleştirileceğini es geçmeleridir. Sanki kültür, cansız, öznesiz, yaşamsız bir metaymışçasına, istenildiği yerde ve zamanda istenilen şekle sokulabilirmiş gibi. Kültür de kendi içinde ‘ontolojik’ bir dirence sahiptir ve bu sebeple hep canlıdır. Çünkü kültür sonuçta, özneden özneye bir akışın özgürce ve sebepsiz köklenip yeşerdiği yerdir.
Octavio Paz’ın şair ve okur için modellediği anlatım, pekala diğer sanat dalları ve sonuçta o dalların tek tek hepsinden oluşacak sinerji için de geçerlidir. Ekonomik birer terim olan iki kavramı sırf işlevsel olsun diye kullanacak olursak, üretici (sanatçı) ile tüketici (birey) arasında özgürlük kadar tutku, arzu, duyuş, paylaşım, heyecan, psikolojik gereklilik, düşünce, ilerleme fikri gibi hatların da sağlam tutulması gerekiyor. Kültürel ortam, en geniş manada ne kadar canlı ve özgürse, bu hattın toplumsal karakter ve maya kazanması da o kadar mümkün hale geliyor.
Kültür belki de bir yandan yaratıcı özne ile paylaşıcı öznenin bir dağ zirvesine aynı anda ve aynı şevkle bakmasının da adıdır. Ona tırmanırken kimse kimse ile yarışmaz, kimse kimsenin üzerinde hak ve iktidar davası gütmez. Kültürdeki iktidar kavgası, bu anlamda bireysel değil ideolojik ve kadük sosyolojik sebeplerden beslenmiş aşılabilir kalıtlardır. Hem toplum içinde hem de diller, dinler arasında ‘savaş’ üzerine kurulmuş kültür kavgaları söylemleri sertleştirmek ve sınırları yükseltmekten başka bir işe yaramaz. Eğer varsa bir ‘kültür kavgası’ bu herkesin kendi kendisini en yüksek seviyede var etmesi ile mümkün olabilir. Bu yüksek açığa çıkarmadan uzun erekte taraflar yarar görür. Kültürler birbirlerinden saklana saklana değil birbirlerine yaklaşa yaklaşa gelişirler.
Bir öznesiz kültür söyleminin dillendiriliyor oluşu, kültürü, insan varoluşunun eşsiz ve yüce bir dışavurumu olarak değil de kolonyalist yerel bir anlayışın güncel ve gelip geçici yansıması olarak görmenin de ifadesidir. Kültürün yaratıcı özneleri özgürleşip bireyselleşemedikçe kültür verimlerinin özgünlüğünün mümkün olamayacağı gibi bireylerin ilerleme hakları da ellerinden alınacaktır. Hem yaratıcı özne hem de paylaşımcı özne su sızıntıları gibi buluşacak bir yolu er ya da geç icat eder. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Ne var ki burada konuşulan açık toplumda olup bitenlerdir. Açık toplum, sadece siyasal demokrasinin değil her tür kültürel, düşünsel ve inanç eksenli oluşumun da üzerine oturduğu toplumdur. Tamamen odur. Özneler egemenliğinin iklimidir.