Sonuçları tartışmalı olsa da her zaman bir değeri vardı Nobel Edebiyat Ödülü’nün. Bu değer, dünyada aynı heyecan ile karşılanmıyor bugün. Hatta Nobel verilen çokça romancı ve pek az şaire bakıldığında, edebiyatın ve yazarın gözden düştüğünü, İsveç Akademisi’nin her zaman takındığı politik tavrın dengesini yitirdiğini bile düşünmek mümkün. Geriye, on yıl geriye Nobel’i alan kimlerdi sorusu sorulduğunda, edebiyat, sanat ve yayın dünyasının içinde bulunanların bile hatırlama güçlüğü çekecekleri açık. Ne oluyor? Dünyada edebiyat adına bir yaratma krizi mi var? Yoksa edebiyat ve ona bağlı söz hepten irtifa mı kaybetti? Bu ödüle kavuşmuş bir sanatçının, Nobel’in evrensel kabul görülüşüne paralel derecede bir söz gücünün de olması gerekmez mi? Üstelik dünya siyasal, kültürel ve politik bunca soruna boğulmuşken. Temel demokratik değerler, gelir düzeyindeki adaletsizlik, terör, savaş ve buna bağlı kitlesel göç konuları her geçen gün daha büyük insan ve insanlık problemleri üretirken….
***
Türkiye kitap yayıncılığındaki hareketlilik üzerinden bakıldığında, en genel anlamda dünyada roman üzerinden yürüyen bir üretim hızının ve buna bağlı bir telif akışının yaşandığını söylemek mümkün. Büyük ölçekli kitap fuarlarında yapılan telif sözleşmelerinin yıllık cirosu nedir tam olarak bilmiyorum ama oldukça yüksek bir ekonomik değer taşıdığı muhakkak. Çok yazar çeviriliyor Türkçe’ye. Beklenilenin aksine e-kitap normal basılmış kitabı ortalıktan kaldıramadı. Yazar ve kitap denildiğinde hala somut varlık ve nesneler anlaşılıyor. Benim merak ettiğim bu isim ve eser çoğulluğuna rağmen, neden Nobel Edebiyat Ödülü hem birkaç ismin üzerinde kilitleniyor hem de açıklanan sonuçlar heyecan yaratmıyor? Global kültür spekülatörleri, farklı dünya dilleri ve onların kültürlerinde yayılan edebiyatı görmezden mi geliyor, yakından izleyemiyor mu? Tomas Tranströmer veya Alice Munro’ya bir itirazımız yok mesela. Ancak, Salt Türkiye ölçeğinde baktığımızda, bu şair ve öykücü ile boy ölçüşecek şair ve yazarlarımız hiç mi yok? Dahası, Bob Dylan şakasından sonra, ‘Japon asıllı İngiliz bir yazar’ın sonuna kadar Japon bakan gözleri dünyanın hangi ülkesinde İngiliz yazarı değeri bulacak?
İnsanı, özgürlükleri, demokrasiyi, savunurken her tür eşitsizliğe karşı çıkan ve bunu yaratıcı hamlelerle eserinde yaşatan pek çok yazar ve şair var dünyada. Açıkçası Türk yayıncılar böylesi edebiyat değeri taşıyan isimleri önceden keşfedip yayınlamakta da pek geç kalmıyorlar. Hem yayın dünyasının çağdaş döngüsü hem de iletişim imkanlarının çoğalması bu duruma gelişte önemli rol oynuyor. Fakat öte yandan, Nobel üzerinden beklenen kültürel akışkanlık gittikçe hız kesiyor. Doris Lessing’in ödül açıklandıktan sonra evinin önünde çekilen ve elini başına götürmüş haliyle adeta başıma ne geldi diyen fotoğrafı kadar kalıcı bir iz görmedik son yıllarda. Söz de duymadık dünyaya dokunan ödüllü yazarlardan. İlkin Bob Dylan, ödülü almayacak gibi oldu. Hatta benimle ne ilgisi var der gibi bir tavır takındı. Sonra da kabul etti.
***
Yoksa, yoksa Güney Amerika, Çin, Japonya dışında, dünyanın özgün ve yaratıcı yazarları temel bir problemle mi karşı karşıyalar? Eserlerini özgürce verebilmek için merkezi Avrupa’nın, İngiltere ve Amerika’nın iklimine mi girmek zorundalar? Böyle bir dünyayı kim kabul edebilir? Böyle bir dünya, ekonomi ve teknoloji ile birlikte kültürü ve asıl insanı tehdit etmez mi? Yoksa yaşamakta olduğumuz asıl bu mu? Büyük yazarlar ve onların sesi olmadan bir toplum nasıl ayakta durabilir? Türkiye bu bağlamda da kendi hesabını yapmak durumunda. Dışarıdaki gücü, içerideki kültür ve sanat gücüyle doğrudan orantılı.