Aklımı sıradan bir çalılığa dolanmış naylon parçası karıştırıyor. O çalılık kendi halinde geçip gidecekti. Uzakta bir yerlerde kopan rüzgar piknikçilerin bıraktığı bu uğursuz poşet parçasını getirdi onun boğazına doladı. Ne naylon ondan kurtulabiliyor şimdi ne de çalı bırakabiliyor onu. Aralarında hiçbir doğal ilinti olmamasına rağmen zaman onları çatıştırıyor. Hafif esinti çıktığında kuşun ötüşüne, yaprağın kıpırtısına, kurumuş otun çıkardığı fanilik uğultusuna hiç benzemeyen bir hışırtı çıkarıyor plastik parçası. Sanki şairin ‘ halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta’ dediği şey oluyor. Durumun kendisi açıklıyor her şeyi. Ortalık, gerilim filminin bir sahnesi gibi.
Bir adam bir vesileyle o çalılığın yanından geçiyor. Bir yolcu mu? Bir meraklı, bir şaşkın? Hatta bir meczup ya da bir hikayecinin, bir film yönetmenin yarattığı karakter mi? Meçhul. Belli değil. Yüzü net değil. Kuru toprakta sert basan ayaklar. Durdu. Bu yaşı belli olmayan adam çalılığa baktı. Elini uzatsa? Dikenli uçları parmaklarına batacak. Uzatsın mı? Sadece parmaklarını mı oynatsın? Hayır. Kımıltısız kaldı. Yassı yumurtaya benzer meyveleri ekşimsi bir duygu bıraktı damağında. Şaşırtıcı. Dikenler ne kadar keskin ve kısa ise meyveler o denli davetkar. Adam uzağa bakıyor. Bu uçsuz bucaksızlıkta, bu neredeyse tek bitki parçasına takılıp kalmış naylonu düşünüyor. Lime lime olmuş. Demek uzun süredir burada. Çözse, çalıyı ve onu ayırsa uzaktan bir nida yükselecek. Onu haddi olmayan bir akışa müdahil olmakla itham edecek cihetsiz bir ses. Adam, (eğer varsa böyle bir adam) iyice şaşırıyor. Ayak uçlarına bakıyor.
Niçin orada olduğu meçhul, uğursuz bir naylon parçası ve vahşi bir çalılıktan daha ne çıkar? Adam biraz kafa yorsa bunu düşünecek ancak ayak uçlarında hareket eden minicik bir canlı onu birden kurtarıyor. Bir karınca bu. Tek. Ağzında bir kırıntı parçası. Kararlı. Kendi hızıyla gidiyor. Adam ayak değiştiriyor. Karıncanın önüne basıyor. Karınca çevik. Aldırışsız. Geri çekiliyor. Ayakkabının etrafında dönüp, yolunu bulmaya niyetli. Adamın ayakkabı tabanları yüksek. Oraya tırmanamaz. Adam tekrar ayak değiştirip karıncanın niyet ettiği istikamete yerleştiriyor ayağını. Ağzında o kadar güçlü tutuyor ki yiyeceğini. Asla ondan vazgeçmeyecek. Adam karıncanın ısrarı karşısında şaşkın. İki ayağı arasında kale gibi bir set oluşturuyor. Her seferinde karınca başka yöne dönüyor. Ondaki bu bitimsiz dönüşler adamın canını sıkıyor. Sanki onda olmayan, milyonlarca yıldır gideremediği bir yokluğu duyuyor kaburga kemiğinde. Sanki şu çalı şimdi onun kaburga kemiği. Bu ıssızlıkta bir geyik boynuzu gibi çatallanıp duruyor.
Adama kalsa şimdi sadece kredi kartında birikmiş puanlarla ne alabileceğini düşünecek ama tabiat başka bir müzikle konuşur daima. Sazları kadar bestecisi, seyircileri kadar dili bilinemeyen bu müzikte sürprizler barınır. Adam, farkında olmadan karıncayı unuttu. Daha fazla onun hakkında fikir yürütecek mecali yok. Zaten niçin burada onu da anlamlandıramıyor. Güneş tepede yükselmiş. Bir el ona yardım etmezse işler daha da zorlaşacak. Sonra, beynin çok içinden, binlerce kilometre dipten kopmuşçasına bir ses onu kendisine getiriyor. Öyle bir vızıltı ki sinir uçları onun uyarısıyla kopma derecesine geliyor. Burnunun içinden mi kopup geldi? Şu naylon parçası gibi onu da buraya sürükleyen zamanın cilveleri mi?
Adam aslında bunların hiç birisiyle ilgilenmek istemiyor. Ne vaktiyle bir dağın önünde alev alan çalılık umurunda ne de bir şairin yarım asır önce yazdığı ‘geyikli gece’nin derdinde. Bulgar kırlarında bir tren kompartımanında yine bir şairin cevelleştiği sinek de onun meselesi değil. Fakat kim ve ne şu hayatta nerede, kimlerle ve nasıl bir araya geleceğini tam bilebilir ki? Naylon mu? Karınca mı? Adam mı? Yoksa hiç alakası olmayan şeyler mi? Sinek şimdi adamın şuurunu oynatmak istercesine omuzuna konuyor. Oradan kulağının dibine dalıyor. Her dalışta kıyamet borusunu andıran bir ses kopması yaşanıyor. Şu çalılık sökülseydi yerinden belki bu naylon da bu sinek de olmazdı. Karıncanın yolu buradan geçmezdi. Şimdi sinek naylona kondu. Uzun bacaklarını ustaca kullanarak ağız borusuyla onu emdi. Tekrar kalktı. Adamın ağız kenarına kondu. Sanki aynı tadı alıyormuş gibi borusunu çıkardı. Adam ne yapacak? Karınca kayboldu. Sinek burada. Çalı naylona dolanmış durumda. Bilemedi adam. Şimdi ne yapacak?