Bu indiğimiz aydınlık boşluğun basamakları tam nereden başlamıştı kestiremiyorum. Şeffaf sayılacak kadar ışıklı ve geçirgen duvarlar derin bir merdiven dönüşüyle aşağı doğru ustaca ilerliyor. Dilerseniz yukarı çıkabilir isterseniz aşağı inebilirsiniz. Kararınıza göre kıvrımların hareket yönü değişiyor. Dar bir boşluk değil burası. Alabildiğine ferah. Kim, niçin yaptı? Belirsiz. Üstelik niçin buradayız? Buradayım, o da belli değil. Ana göre tek kalıyorum burada. Ana göre birilerini hissediyorum yanımda. İlk anda, bir hareketin başlama anına benzeyen ilk anda, metal bir pencere mi vardı? O pencere bir sonsuzluk oku gibi uzanıyordu. Ve beni buraya nar getirdi! Nar! Bunu kesin biliyorum.
Bir kaç saat önce belki dün gece çok sevdiğim öykücünün ( Uğur Nazlıcan) narla ilgili twitini görmüştüm. Unutmayayım diye kaydettim hemen. ‘Nar bana babamı hatırlatır. Onun son günlerini. Nar ayıklarken dalıp gitmesini. Nerelerdesin diye sorduğum zaman, Van gölünün kıyısında. At üstünde. Gençliğimdeki gibi.’ Bense bir kaç gündür aldığım ilaçların etkisiyle olacak hep geçmişteydim, gölüm de nehrim de kelimelerdi. ‘Uzun tir. Bülümya. Afacar. Aladın kırı. Kalın yer. Hu dede. Eğrik. İğde çayırı. Köle pınarı. Çingene çayırı. Mehmet bağüstü.’ Sayıklayıp duruyordum. Karlı bir kış günü, pencere önünde annemin ayıkladığı narı düşünüyordum. Cennet meyvesi dedikleri bu mucizevi varlığın sadece tadıyla değil hayalin bütün açlıklarını doyuran çağrışımlarıyla yüzüyordum. Yoksa bu aydınlık kuyu, ışıklı merdiven, o da mı nara, bir nar bahçesine çıkıyor?
Hayatta kelimeler gibi hiç bir anı kaybolmaz. Yaşamanın sürekliliği umulmadık anlarda nar çiçeği gibi patlar bizi hafızanın kuyusuna atar. İşte ben bir yanda öykücü arkadaşı düşünüyor bir yandan da bu aydınlık boşlukta iniyorum. Bir kez olsun durup yukarı çıkmak aklımdan geçmiyor. Arada bir zihnimin çengeli araya giriyor, zarif bir hamle ile ‘iyi de oraya neden Mehmet bağüstü’ diyorlardı diye soruyorum. Bu ince ve uzun bağın, baharda bellenişini, yaz sonu üzümler kızarınca sepetle oraya gidişimizi hatırlıyorum. Ama burası muamma. Dil, inanılmaz şekilde beni içine çekiyor, Kör bağ, Sorkunca, Arpalık, Gündüğün altı, Kır bağları, Kadı yeri, tekrar araya sokuluyor, çocukluğumdan gelen ve beni yiyip bitiren soruların içinden çıkamıyorum. Nar söküldükçe ben de huzurla sökülüyorum. O an, annem, dışarıda kendi deyimiyle ‘pufuran’ kara bakıyor, bana nar ayıklıyor hala. Böyle bir şey oldu mu? Beş erkek kardeşin içinde annem sadece bana böylesi bir ayrıcalık yaptı/ yapabildi mi emin değilim. Belleğim bu tabloyu zamanın ressamına kendisi sipariş etmiş de olabilir.
Fakat nar her şeyi o kadar kolayca meşrulaştırıyor ki zihnin tatlı yalanına bile imkan veriyor. İri bir nar düşünüyorum. Annemin elinde. Bir basamak daha iniyorum aşağıya. Annem özenle ayıklıyor narı. Araya, okuldan bir kız arkadaşımın sesi karışıyor. Narı dökmeden ayıklayan cennete girermiş. Öykücü arkadaşımı hatırlıyorum. Onun öyküsündeki köpek ayağa kalkıyor. Üç özne. Çoklu bakış. Nar tanesi, nar taneleri de göz olursa. Bir basamak daha indim. Kör kuyu muydu buranın adı? Arkadaşlarla hacı baba fış fış oynuyordunuz. Ya bu Beymuğarı nereden çıktı? Baharda su teresi çıkarırdınız halanla. Bir basamak daha. Annemin elinde örgü mü var? Van gölünden Ahlat’a kadar ceviz ağaçları geliyor gözünün önünde. Bitlis’te bir gece geçirmiştin. İri birer madendi gecenin gözleri.
Merdivenden indikçe ışık değişmiyor. Yüksek ve eski bir apartmana yakıştırıyorsun onu. Eski hanımlar ve beyler ferah ferah çıkabilsinler diye. Birden boşluğa düşüp kırılıyor bu düşünce. Biliyorsun bu bir apartman merdiveni değil? O halde ne? Tanizaki’nin Gölgeye Övgü kitabında buna benzer aydınlık geçişleri olabilir mi acaba? Tanizaki, rüzgarın sürüklediği bir uçurtma kuyruğu gibi kıvrılıp dönüyor. Nar bir kere daha kapsıyor anlamın bütün katlarını. Kuruttuğun iri narlar sana bakıyorlar belki kitaplıktan, bilmiyorsun. Merdiven habire dönüyor.
Sonra anlıyorsun. Kelimelerin arkası gelecek. Kelimelerle oynayarak dayanma gücü edindiğini biliyorsun. Kelimeler hep çocukluğuna dönse de orada kalmayacak. Merdivenlerden indikçe farkediyorsun. Aslında inmek de yok çıkmak da yok. Sonsuza kadar inebileceğin ya da sonsuza dek çıkabileceğin bir merdivende zaman ve yön siliniyor. Nar, araya giriyor. Bir diş nar geliyor ağzına. Onu şefkatle ısırıyorsun. Ağzın su doluyor. Bir at koşuyor. Hayat nar olsun diliyorsun. Nar.