Morituri te salutant!’. ‘Morituri te salunt!’. Roma’da gladyatörler dövüş öncesi sezarlara böyle seslenirlermiş; ‘ölecek olanlar, seni selamlar.’ İnsanın öyküsü tuhaftır. Geçmiş kelimesi yerine bilerek öyküyü kullandım çünkü güç karşısında insanın kendisini fani sayıp feda etmesi varlığını hala sürdürüyor. Gerçi gladyatörler içlerinden gerçekten böyle mi hissederlerdi bilmiyoruz. Bir aslanla baş başa kalıp da ölüm kalım savaşı verecek cesaret ve gücü kalmayan çağdaş insanın bunu bilmesi de zor. Onun yerini seyirlik hissi veren daha bir ölümlülük duygusu kaplıyor ve yaşamanın sonsuz saltanatı içinde uyuşup gidiyor.
Az şey değildir aklının ve kaslarının bütün gücüyle bir aslanla savaşı göze alabilmek. Aslanlar ve kaplanlar arasında kalıp da bir zafer stratejisi güdebilmek. Ölümün damarda akan sıcaklığını duyup da gerçeğin ince buz tabakasında yürüyebilmek. Arenaları dolduranlar, avurtları şişmiş, gözleri pörtlemiş, gırtlaklarından ölüm okları fırlatadursunlar, aslanla gladyatör arasına bir oyun topu gibi sıkıştırdıkları kitleyi her halde büyük zevkle izliyordu sezarlar. Kasıklarına bahşedilen iktidar kuvveti şehvet olup en incelikli gülümsemeye dönüşüyor olmalıydı yüzlerinde. Ölümsüzlük gücün hakkıydı. Ölümlülerin ‘morituri te salutant’ ikrarından tanrısal bir sonsuzluk topluyorlardı şüphesiz.
Ölüm gibi ölümsüzlük de çoktan metafiziğini yitirdi günümüzde her yerde. Meyve vermeye hazırlanan bir taze dut dalının saklı hüznü yok gün ışığına çıkan hiç bir yüzde. Fakat, her an ömrünü çağdaş sezarlara vermeye hazır faniler eksik değil. Onlar, türlü macunlarla uyuşturulmuş zihinleriyle aktif bir ‘assassin’ halindeler. Yetmedi gladyatörlerin rolüne bürünüp ‘morituri te salutant’ diyorlar. Bizim ömrümüz sana feda olsun. Biz yok olalım sen yaşa!
Yaşamın bir ve biricik ikliminde faniliğin kurbanı değil hayatın en değerli varlığıdır oysa insan. O, hiç bir şart ve koşulda diğerlerinden üstün ya da aşağı değildir. İnsanın esenliği kendi özgürlüğünden evvel karşısındakinden geçer. Varoluş ancak özgür diğer varlıkla mümkündür. Eğer, sezarlar ve onların güncel ardılları kendilerini gerçekten özgür hissetmiş olsalardı ‘ morituri te salutant’ selamını yırtıp atarlardı. Güç ve iktidar istencinin bir aslan ağzından daha vahşi çekimine kapılmazlardı. Bir kez olsun onun isterisine kapılıp da kendi arenasını çatıp gladyatörleriyle dövüşecek aslanlar beslemezdi. Her şartta bulunacak şakşakçılar için yol yapılmazdı.
Ölüme değil hayata doğru işlemeli insanın insana karşı öyküsü. Kahramanlar, mitler ve onların çevresinde örülen ilahiyat ortada dolaşıyorsa arena kapıları açılıyor demektir. Hayat tek başına coşkulu bir maneviyattır aslında ve tabiatın çeperiyle doğal bir korumaya alınmıştır. Fakat ne mümkün? Sezarın tellalları bağırmaya başlamıştır. ‘Kurtulacaksınız, acınız, ağrınız dinip uykularınız düzene girecek. Ona bakın, o geliyor!’. Bu nidalar antropolojik bir yaradır ve kökü hep bir büyük soru işaretidir. Yaşamdan uzaklaştıkça irileşip, büyür, gölgesiyle etkisini genişletir.
Bitmek tükenmek bilmeyen vaatlerde bulunanlara dikkat edin. Kurtarıcı kisvesiyle toplumun önüne atılıp da rol alanlara kulak verin. Cennet sahneleriyle doludur ağızları. Eğer dertleri hayat olsaydı, hemen herkes gerçeğe dönecek olup bitenin vahameti karşısında şaşırıp kalacaktı. Öylesine sarsılacaklardı ki o zaman belki de kendi ömürlerinin biricikliğini keşfedip yaşamanın yalınlığına teslim olacaklardı. Dinler, devletler, sosyal ve siyasal gruplar ve her tür ekonomik yapılar halka halka simgelerini ve bunun sonunda maskların arkasına gizledikleri sanal vaatleri/ sezarları yaratırlar. Vaattir sezar da. Büstü yokluk alçısıyla yapılmış bir ölüm kisvesi. Liderler tıpkı sezarlar gibi en sanal tipolojilerdir ve gerisinde trajedik bir kitlesel ölüm duygusu taşırlar. Toplu ölüm korkusu liderin kutsal kişiliğinde yaşama istenci olarak ölümsüzleştirilir.
Zihinsel bir paralaks olduğu kadar eski bir oyundur bu ve çok çabuk unutulur. Siyasal rejimlerin bürokrasiden tutun günlük hayata değin çözüldüğü vakitlerde Gogol benzeri yazarlar Aksenti İvanoviç tipini yaratırlar. Çünkü böylece ölümlü olanla asıl ölümsüzün çizgisi belirginleşir.
Ölümlü olan insanın elinden alınan bütün yaşam değerleridir.Kitle bir yerde kendi hayat hakkını bir simgeye kolayca terk edebiliyorsa orada büyük bir yoksulluk vardır ve Tanrı’nın ebedi vasfı güç istenci tarafından gasp edilmektedir. Ölümlü olmak bilgisi insan için bir ayrıcalıktır ve bu sebepten yaşamak ölümden daha kıymetlidir. Hiçbir sezar, zafer vaadiyle gladyatörleri aslanlara, kitleleri de güç istencine teslim edemez. Sadece sezarın yaşadığı hayat çalıntı bir hayattır.