U harfi şişebileceği kadar şişmiş bir at nalı gibi açık ucu yere, aşağı doğru yönelmiş, M harfine hamle yapıyordu İstanbul’un gökyüzünde. M neye uğradığını şaşırmış, açık ayaklarını yukarı getirmeden yerçekimi yönünde sabit kalmaya çalışıyordu. U’nun bütün derdi cüssesinin yardımıyla kancayı ona takmak ve yere indirmekti. Zaten önceden yerde değil miydi? Kim sökmüştü onu yerinden. Böyle havaya kaldırmıştı. U ile M arasındaki bu gerilim nereden kaynaklanıyordu?
Böylesi bir fanteziyi rüyanın dışında kurmak zor olmasa gerek hayatımızın her gün artan absürtlüklerini gördükçe. Ve bunun yazıp yazmama konusunda da tereddüte düşmek de son derece normal. Bizdeki kimi yazarların neden çok bazılarının ise niçin az yazdıklarını anlamak hiç zor değil. Adeta bir yazı cambazı sayılabilecek Refik Halit Karay çok yazanlardan mesela. Yaşadığı hayat, geçirdiği devirler sanki biraz da o tecrübe etsin diye vardır. Yemekten modaya, kadından kültüre kaleminin dokunmadığı konu yoktur. İyi ki çok yazanlardan. ayrıca Dilin, Türkçe’nin başına bir felaket gelse ona dayanarak yeniden canlandırabilirsiniz. Sadece canlandırmak mı onu bir hiza, bir değer ölçüsü bir kıyas gerekçesi bile yapabilirsiniz.
Elbette, edebiyatta, çok yazmış olmak yazarı değerli kılmaz. Çok yazıp da çizginin altında kalanlar da olmuştur yazık ki. Yetenek, yaratıcılık, şahsi olduğu kadar yaşanılan hayatla da ilgili. Öylesi bir ülkede yaşıyoruz ki her yönden yazı tohumları yeşeriyor. Biraz duyarlıkları açık, biraz sabırlı, biraz soğukkanlı olmayı başarırsa yazı adamı, konular yağmur misali yağmaya başlar. Mesela, bir ülkenin yönetilme biçiminden aydınlar sorumludur diye düşünmeye başlarsınız. Eğer totaliter eğilimler artmış, özgürlük alanları daralmış, milliyetçilik ve dine dayalı hamaset söylemleri kabarmışsa bunda onların mutlak payları vardır. Yazmaları gerekeni yazmıyor, söylemeleri gerekeni konuşmadıkları gibi her tür üleşimin paydaşı olabilmişlerdir kolaylıkla. Birinin yanında veya karşısında olmaksızın yazan, konuşan kişidir aydın. Dünyanın hemen her yerinde uzun sürmüş iktidarlar, zihinsel konformizm yanında olgusal meşruiyeti onların tutumları vasıtasıyla kazanırlar. Oysa, toplumun önünün açılabilmesi, insani değerlerin ayakta tutulabilmesi için yazıp çizen insanların hem bedel ödemesi hem de dilin ve düşüncenin hizası olmaları gerekir.
Böyle böyle düşünüp olup bitenleri zihninizde tartıp, geçmişten, bugünden örnekleri hatırlarken, birden bambaşka bir şeyle karşılaşırsınız. Sosyal medyada gün içinde o kadar farklı ve o kadar çok bilgi paylaşımı görürsünüz ki gerçekle kurgu birbirine karışır. Hayır, dersiniz. Gerçek değildir. Bu birilerinin uydurduğu, icat ettiği, kurguladığı haberdir. Sonra bakarsınız ki öyle değil. Gerçek. Gerçeği zorlayacak kadar gerçek. Örnek mi istersiniz? Dünyanın neresine giderseniz gidin yaygınlıkla metro işareti ortaktır. Metronun sembolü M’dir. Birden baktık ki, metronun U’su varmış. Devlet aklı yeni bir karar almış ve Metro’nun M’sini U’ya çevirivermiş! Neden acaba?
Ne var bunda diyeceksiniz, Underground değil mi işin aslı. Almanlar ‘u bahn’ demiyorlar mı? Biz de, kendimize ait bir kelime bulduk, Metro’nun M’sini, Ulaşım’ın U’sundan mülhem, U kılıverdik. Böylece hem kendimize vurgu yapıyor hem dilimizi koruma altına alıyor hem de …Hem de…Hem…Burası meçhul. Bundan sonra, hükümetin yaptığı metroya metro denilmeyecek, M sembolü kullanılmayacak. U mu denilecek? İnsanın aklına, İlhan Berk’in bazı şiirleri geliyor. Uuuuuu diye sesleri uzattığı şiirler. MISIRKALYONİĞNE kitabında vardır çokça. Onun bir öngörüsü mü yoksa bu. ‘Ben Metro’nun UUUUsundan gittim krallığına/ UUUUUU’…
Elinde güç tutan devrine göre bir sabah uyandığınızda her şeyi değiştirme hakkını görür nedense burada kendisinde. Yazı adamı da işte bunun kökleri ile ilgilenir. Onu merak eder. Kurcalar. Nasıl oluyor da doğuda bu kadar kolay olabiliyor güç kullanmak. Ben yaptım oldu demek. Ortak akıl, gelenek, şehir estetiği vs vs nasıl göz ardı edilebilir. Nevzat Tandoğan’ın toprağının daima nemli kalmasının sebebi nedir? İstanbul’a yapılan ve M ile sembolize edilen metronun yapıcıları zaten mevcut iktidar değil miydi?
Hele toplumu kolayca taraflara ayırıp da karşılıklı kutsallar ürettiğinizde daha da kolaylaşır işleriniz. Belediye’nin işlettiği M alanı ile hükümetin işlettiği U alanı…Sanki köyde tavuk horoz birbirine karışmasın diye tel örgüler çekiliyor. Bizde, kitlenin bir kısmı yapılan her şeyi maksatlı ve kötü bir kısmı ise mutlaka bilinen ve bilinmeyen taraflarıyla yerinde ve çok iyi olarak görür. O an, güç kimin elindeyse, hiçbir endişeye kapılmadan istediğini yapar. Onlarca yıldır şehir metrosunun sembolü U yapılır işte. Herkes cephesine. Bunu gelecekte yapılacak işler takip edecektir. Oysa temel mesele şu, insan, toplum, şehir, ülke adına alınan her karar, atılan her adım bir proje, bir mühendislik, bir ihale, bir icraat, bir parti konusu değil orada birlikte yaşayanların ortak değerlerinin, sanat, düşünce, estetik, ahlak, yaşama biçimi vs vs ile birlikte oluşturdukları ortaklıklarla ilgilidir. Yoksa, Bir sabah, pahalılık kelimesindeki p harfi atılır ve yerinde ucuzluğun u’su herkesin hayatına sokuluverir. Mesela. Değil mi? Pahalılık da biter bugünlerde. Ucuzluk bir U olarak daha uzun ve çoğuldur. Oy da getirir. U, hem göğe bakar.