Merdivenin Fikri’nin ne olduğunu ilk kez Halit Ziya Uşaklıgil’de okudum. Mustafa Kirenci yönetiminde ‘karanlık hep vardır, çabalayan ışıktır’ düsturuyla yol alan Büyüyen Ay Yayınları, Mai ve Siyah yazarının iki ciltlik Sanata Dair kitabını yayımladı. Eren Yavuz’un emeğiyle okurla buluşan eser, Halid Ziya üzerinden kültür, sanat ve estetik meseleleri yanında hayata dair pek çok kavramı yeniden düşünmeye imkan veriyor.
Halid Ziya, Fransızların ‘L’esprit de l’escalier’, yani merdivenin fikri diye çevrilebilecek ancak üstadın tabiriyle ‘merdivende gelen fikir’ anlamına gelen bu deyim üzerinde uzun uzun düşünüyor. Kısaca, yerinde ve zamanında söylenmesi gereken, o an akla gelmediği, unutkanlık, çekingenlik hatta belki de korkaklık sebebiyle muhatabına söylenmeyip de sonradan dile geliveren düşünce ve sözleri kastediyor.
İnsanın içinde sönmez bir hakikat alevi parladığı ve o sayede kendi karanlığının mahkumu olmaktan kurtulabildiği için olsa gerek, bu merdivende gelen fikirden’ ayrı düşemeyiz. Korkaklık, siniklik, çekingenlik hatta beceriksizlik bir nebze olsun böyle aşılmış olur. Varlık istemeden de olsa kendisini temize çeker. Belki ruhen rahatlar. Tabii, ömrünü neredeyse merdivende gelen fikirle geçiren ‘hesap kitap uzmanları’ hep vardır ve insanın karanlık devirlerinden beri başlarında kazanç ve mutluluk halesiyle dolaşırlar.
Gönül ister ki kimse merdivende gelen fikire mahkum olmasın. Yerinde özgürce, dili açık, sesi gür, korkmadan konuşabilsin. Toplum böyle mayalansın. Kimsenin dilinde sözü diken olup ağzına batmasın.
Merdivende gelen fikir söz konusu olduğunda sanki hiç böyle durumlara düşmezmiş izlenimi verenler vardır. Eski avcı hikayelerini aratmayacak coşkunlukla yalana yalan eklerler, kime nasıl cevaplar verdiklerini söyleyip dururlar. Hatta öyle kişiliksiz dönemler gelir ki kimsenin aklına merdivende de bir fikir gelmez. Susma, mutlak itaat kutsanıp yutulur.
***
Halid Ziya’yı dikkatle okurken zaman zaman hatırıma hayatımdaki ‘merdivende söylediğim fikirler’ geldi. Geçmiş günlerin kalıbı içinde şekillenip kuruyan bu fikirler, birkaç damla su görünce yeşeriverirler. Siz niye onu öyle yapmadım, öyle söylemedim diye tipide yönünü kaybetmişçesine döner durursunuz. Haksızlığa uğradığınızı ve insanca kendinizi ifade edemediğinizi ve kendiniz gibi davranmadığınızı düşünürsünüz.
Geçmiş zaman, benim takım elbise giyip kravat taktığım ve uyku nedir bilmediğim, Türkiye, kültür sanat programları vasıtasıyla köşelerini yok edebilir umuduyla çabaladığım günlerde, bir önemli toplantı için başkente gitmiştim. Uzunca ve sıkıcı bir beklemeden sonra ( çünkü beraber çalıştığımız yüksek bürokrat bu yolla ne kadar mühim adam olduğunu hissettirmiş oluyordu) normalden daha küçük bir toplantı odasına alındık. İçerisi yüksek derecede yanan kalorifer sebebiyle çok sıcaktı ve dayanılır gibi değildi. Nefes almak zordu. Oysa büyük büyük toplantı odaları vardı. Yüksek yönetici, yardımcı ve yardakçılarıyla teşrif etti. Toplantı başladı. Ben heyecanla projeler, hedefleri anlatıyorum. Kültür, sanat diyorum. Dünyada değilim. Birden,o, sonradan iyi tanıdığım bir gözle, ‘ceketini niye çıkardın?’ diye sordu. Evet devlet ve tabiatın en çetin sorusu buydu. Maveraünnehirin dökülme hızını bilmek gerekirdi. Damarlarım şişti. Anlık gelgitler yaşadım. Ve söylemem gerekeni söyleyemedim. O an aklım yetmedi.
Merdivende gelen fikir kanununa uymam gerekseydi, yavaşça doğrulup dosyaları, kalem ve defterimi toplamam ve ceketimi kalktığım koltuğa bırakıp, ‘evet haklısınız, bundan böyle ceketimle çalışabilirsiniz’ demem ve ‘devlet ve ceket’ diye bir istifa metni yazmam gerekirdi. Öteden beri makam, mevki, güç kullanarak karşıdakini ezenleri, söz hakkını gasp edenleri sevmem. Makam, mevki karşısında, o an kendisi olamama halini de normal kabul edemem. Ancak bazen olan olur. Önemli olan bunun süreklilik göstermemesi bir kişilik zaafına dönüşmemesidir.
Merdivenin Fikri elbette sadece böyle durumlarda açığa çıkmaz. Birisini yeri gelmişken çok sevdiğinizi söylememek, bir sanatçının eserini okuduktan sonra kendisi ile karşılaştığınızda aktarmamak ve sonra da bunu merdivende yerine getirmek de olabilir. Üzülerek görüyorum ki hayatımızdan mert, doğru sözlü olmak hızla çekiliyor. Özgürlük tutkusu desen, bir hukuk ve siyaset konusu sanılıyor.
‘Ah ! Bu merdivende gelen fikirler! Ne için onlar tam zamanında gelmezler….’diye hayıflanır yazısında Halid Ziya bey. Gelir, gelir de, gelmesinde sorun yok, söylendiği zaman sonunu bilememek insanın elini kolunu bağlar. Belki insan olmak biraz da budur. Elin kolun bağlı mı yoksa varlığın hakkını verebilecek durumda mısın?