Kriz devirlerinde kültür hem çok hatırlanır hem de çok tartışılır. Özellikle bizim son iki yüz yıldır konuşup tartıştığımız aslında başından sonuna kadar kültürden ibarettir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta tartışmanın güncelliği değil niteliği ve yönüdür. Ne olmak istiyoruz kültürü savunurken, onu hangi yöntemlerle hayatımıza yayacağız? İşte burası da Türkiye’deki zihinlerin ayrışma ve hatta çatışma noktasıdır. Oysa yaratıcı ayrışma ve çatışma ne kadar da değerlidir meselenin özü ideolojik, genel geçer ve tahakküme yatkın dilden kurtulduğunda. İnsanın ve toplumun tarih içindeki en doğal hakkı olan varoluş eylemine dönüştüğünde.
Aktüel bir mesele olarak kültürün gündemde olması toplumdaki derin arayışın sürdüğü anlamına da gelir elbette. Öte yandan, kültürü tartışanların, kültür meselelerinde inisiyatif alanların onun yüküne mi yoksa mülküne mi talip olduklarına özellikle bakmak gerekir. Kültürün yaratılması bir dizi maddi ve manevi yükün gönülden yüklenilmesini ve pek çok feragati gerektirir. Denilebilir ki kültür, salt dünyadan vazgeçip soyut bir alana daldıkça kazandığımız bir değer değil dünyayı tanımladıkça elde ettiğimiz sonuçtur. Bu sonucun niteliği bizim yeryüzündeki ebedi yürüyüşümüzün en lirik hali olmalı.
***
Bu lirik hal, Nietzsche’nin altını çizdiği ruhun üç değişimi kanunu ile bir yönüyle açıklanabilir. Ruh, çöle düşen deve misali, yük, daha da yük ister en sonu kendi çölünün aslanı olabilmek için. Ama bir aslanın sahip olamayacağı son bir saflık vardır ki o da çocukluktur. Çocukluk, kültürün naturasındaki saflaşmanın nihai ve kristalize halidir. Mülkten beridir. Bu bağlamda, kaba anlamda sürekli maddeyi kazananların değil ‘güç istenci’ karşısında yenilenlerin kültürleri olagelmiştir. Kültür salt emek, sermaye, çalışma, mühendislik gibi yöntemlerin artı değeri değil en insani haller, değerler toplamıdır. Bu bağlamda kültür toplum içi, topluma doğru olduğu kadar, toplumdan toplumlara doğrudur.
Toplumsal şuur kolektif bilinç halinde yaratıcı öznenin önünü açar ve o özne adım adım kültürel yaratımların yolunda ilerler. Keşif duygusu içinde barındırdığı derin tutkuyla kültür insanını harekete geçirir, dilden, sesten, renkten, şekillerden hasılı kültürün ve sanatın meselesi ve malzemesi olabilecek her kavram ve maddeden yenilikler yontar sonra da beklentisiz bir şekilde insanların arasına bırakır. Sanat gibi kültür de hasbi bir eylemdir. Kültürün politikası olabilir ama ideolojisi bu yüzden olamaz. Kültürel yaratımdaki plan fikri ile yaratılmış kültür verimlerinin toplum tarafından yaygın şekilde paylaşılmasına yönelik kültür planlaması birbirinden farklıdır. Devlet ve sivil kuruluşların kültürü sahiplenmesi, yine kültürel aklı ve vizyonu gerektirir. Öteki türlü yük ve mülk çatışması kendiliğinden belirir, yaratıcı özneyi ürkütür, sonra da görünüşte ismi sadece etkinlik olan işler kalır. Kültürel üretimi doğuş aşamasında yüklenen yaratıcı özne ile onunla her karşılaşmada onun etkin özünü kucaklayan kitlenin kavramsal eşitliği söz konusudur. Hatta kültür bu kucaklaşmayla etkin hale gelir.
***
Kültürü bir mülk gibi görmek ve buradan birtakım planlar yapıp insanı ve toplumu dönüştürme hayaline kapılmak boşuna çabadır. Kültür sürekli canlılık ve bu canlılığa bağlı özgür bir hareketlilik gösterir. Bir gruba, bir akla ve bir politikaya sığan kültür hamdır, kabadır ve rekabet kadar eleştirel süreçten mahrumdur. Kültürel özgüven kadar kültürel iletişimin sağlanabilmesi için müdahalesiz bir kültür atmosferi gerekir. Kültürün insan tekinde ve toplumda yankı bulabilmesi için de yaratıcı kültür adamlarına ihtiyaç vardır. Cumhuriyet tarihinin en etkili ve yerinde kültür hamlelerinden sayılan Hasan Ali Klasikleri serisi başarısını ‘Hasan Ali Yücel’ gibi bir özneye borçludur çünkü, Hasan Ali Yücel kültürel bir özne olarak devlet aklının ötesinden bir yerden gelir.
Tekrar sormalı o zaman, kültür konuşup tartışırken, onun yüküne mi talibiz toksa mülkünü mü ele geçirmek istiyoruz. Yük bir istek, sonsuz arzu olduğu halde, yük sonuç, donup kapanma değil mi? ‘…davamızın zaferini kutladığı anda ondan ayrılmak…’ ilerlemenin anahtarı olamaz mı? Yükün hep bir fedakarlık istediği açık da mülkün hangi istikamete göz kırptığı saklanacak gibi değil.