Alışkanlıklarımız zamanla kanıksamaya en sonunda ise duyarsızlığa dönüşür. Bireysel alışkanlıkların toplumsal alışkanlıklarla örtüşmesi ise uzun vadede ortak bir çürüme havuzu oluşturur. Hayatla kurulan temasın tabiatı kişinin tercihlerini de belirler. Tercih, düşünsel tartmanın sonucudur. Maruz kalma ise çok bileşenli ve çok katmanlı, çağımızın en dolaylı ve yaygın görüntüsüdür. Durmaksızın bir şeylere maruz kalırız. İnsanın tercih hakkı elinden alındıkça genel kabul ve maruz kalmaya dayalı alışkanlıklar yaşamın akışını iyice tayin eder. Hayatın akışı demek aktüaliteler toplamı değil asıl davranışların ruhudur. Aktüalitenin akımı insana bir ve biricikliğini unutturur. Bir ve biricik olan mümkün olduğunca gözden ırak durur. Günümüzde insanlar kendi yaşantılarının ancak görsel bir hikayeye dönüştüğünde ve izler çevreye sunulduğunda onun gerçeklik kazanacağına inanıyorlar. Yediği yemek, gördüğü manzara, karıştığı kaza, uğradığı haksızlık önce zihninde sonra da elinin altındaki cihazla kurgulanmakta sonra da başkalarıyla paylaşılmaktadır. Tekil yaşama gücü azalması ve hayatın kontrolün kamunun takdirine bırakılmasıdır bu. Kişi acıktığı için değil yemek yediğini göstermek için harekete geçer adeta. Yazı ve müzik desteği sayesinde paylaşılan kurgunun etkisinin artması amaçlanmakta, sosyal medya mecraları bu paylaşımların meşruiyet zemini diye kullanılmaktadır.
Gösterme alışkanlığı ile yaşantı alışkanlığı böylece iç içe geçmekte zamanla gerçeklik yitimine bağlı sanal bir bağımlılık çemberi yaratılmaktadır. Bu geçici ‘uyuşma’ bir süreliğine hayatın yerine geçebilir ve çemberin içinde kalan kişi güvenlikte olduğu sanısıyla geçici huzurun koltuğuna yaslanarak hayatının kolaylaştırdığı zehabına kapılabilir. Kimin hayatı daha hızlı ve etkin görsel kurguyla düzene sokulursa onun var olma sağlamlığına eriştiği inancıyla paylaşıma girilen kitle karşısına özgürce çıkılır. Döngüsel ve bencilce bir alışkanlık demektir bu. Yaşama alışkanlığının duyarsızlıkla sonuçlanması bedenin ve ruhun tabiatından sıyrılmasına aynı gövdede çatallaşmaya neden olmaktadır. Birbirine yabancılaşma karşılıklı tutulan iki aynanın görüş körlüğü benzeri tuhaf bir durumdur. Ayna aynayı üçüncü göz olmadan görüp bilemez. Üçüncü göz alışkanlığın kenarına çekilebilmektir. Kolay kurguya dayalı izlence ve yazılı metinlerin ortak tüketim hızı benzer bir körlüğü karşılar. Sanal dünya üçüncü gözü de köreltir.
Yine de kişinin ekonomik ve sosyal çevresine bağlı nispeten daha dar ve kabul edilebilir bir hayat alanından söz edilebilir. Zihnin hayattan kopardığı parçalardan yapay bir kurgu çatmasıyla hayatın doğal bileşenlerinin kendiliğinden oluşturduğu kurgu eşit değildir çünkü. Metafizik gerilim burdan gelmekle beraber bir resim tablosunu çerçeve, cam ve resimden ibaret görenler resmin zamana doğru saçaklanışını fark edemezler. Sosyal medya hayreti değil şaşırtmayı önceler. Şaşırma reflekstir. Hayret ise estetik coşkuyla düşünsel irtifa arasında gidip gelir. Fakat, asıl şaşırtıcılık televizyonun devreye kamusal bir onay merkezi olarak girmesi ve toplumsal düğümlenmenin gerçekleşmesidir. Denilebilir ki televizyon ekranında sadece görünme arzusu değil orada görünenle bütünleşme ihtiyacı aynı kaynaktan gelir. Kişi/ kişiler, ekrana gelen sesleri, görüntü ve efektleri daha süzmeden anlık bir kabul refleksiyle hayatlarının içine çekmekte sonra da ağır ağır kişiliklerinden sönümlenmektedir. Ekranın kamusallığı kişilerin izleyici olmayı kabul etmeleriyle onaylanmış demektir. Fakat her ekranın arkasında daha büyük bir ‘kurgu’ barınır. Ekrandan yansıyan hiçbir ışık, ses, görüntü ve mesaj masum değildir.
Türkiye’de televizyonun devlet kanalı/ kanalları eliyle yıllar süren rekabetsiz eylemi zamanla özel televizyonların kontrolsüzlüğüyle aşılmış sonra da evrensel yayın ilkelerinin dışında curcunamsı ve benzeş bir karaktere bürünmüştür. Ülkemizde referans hizası yoktur bugün evrensel yayın ilkeleri ve nitelikleri bakımından. Ekonomik, siyasal ve patronaj güdümlü medya anlayışı hayatta olup bitenleri insanlara aktarırken dengesiz rekabet refleksleriyle her tür program üretimi ve buna bağlı yayın dilini normal görmektedir. Büyük kurguyu çatanlar bir vakum ağzı gibi çalışıp bireyin öznelliğini soğurmaktadır. Kitlenin böyle istediği ve bu dili sevdiği tezi büyük bir aldanıştan ibarettir çünkü kitle dolaylı ve pasif bir onay halkası konumunda kalmaktadır daima. Tekrar tekrar gösterilen ölüm anları, yakıp yıkmalar, şiddet görüntüleri, hamasete dayalı tarih kurguları ve bunların sunum yöntemleri zamanla gerçek yitimine yol açmakta hayatla görsellik arasında saydam fakat sert, geçişken görünümlü lakin birbirine kapalı, gösterirken gizleyen, sığ görünümlü fakat derin ve büyük bir uçurum açılmaktadır.
Kötülük, bir toplumun eğlence ve izlence görüntüsü altında gittikçe birbirine karşı empati ve duyarlık yeteneğini yitirmesidir. Bireysel acılar hızla kitlenin karşısına görsel kurguyla taşınırken ‘başkasının acısı’ yumuşamakta, en olmayacak olan bile kitlenin iştahı önünde değerden düşmektedir. Bireysel kötülüklerin uçları ve vardıkları sınırlar ile toplum katmanlarının görsellik üzerinden onaylayarak çoğalttığı kötülüklerin tarihselliği tartışmanın yükseldiği yerdir.