Tüfek icat oldu mertlik bozuldu’ sözünün çağrışım değeri kadar gerçeği karşılama gücü her vakit ne kadar da canlı. İnsanın insana karşı mesafesinin bozulduğu her durumda dengesizlik ve adaletsizlik mutlaka bulunur. İlkin bunu söyler o söz. Ancak, günlük hayatta karşılaştığımız ve bir türlü arkası kesilmeyen tutum ve davranışları irdelerken mutlaka tarihsel-toplumsal köklere de bakmak gerekir. Her tür bireysel ve kitlesel kabalık yanında vandallığın da göstergelerinden birisi, bir topluluk önünde havaya gelişigüzel silah atmaktır mesela. Özünde zayıflık olan ve karmaşık korkulardan beslenen bu davranışta birey, topluma karşı kendisini mekanik bir düzeneğin çıkardığı sesle ifade eder. Onu maske yapar. Nara, sevinç çığlığı, dindirilemez acı gibi duyguların güç, iktidar ve statünün karşılığına bürünerek bir silahın ağzında patlaması tuhaftır. Ses sesi çekerken, acıdan inleyen birisine koşarken silah atan kişiden uzaklaşırız. Çünkü silah çıkardığı sesten başlayarak insanı her bakımdan tehdit eder, kalbi kalpten soğutur. Mertliğin bozulması budur.
Gün geçmiyor ki büyük şehirler dahil ülkemizin bir köşesinde bu vandallığın doğurduğu trajik haberlerle karşılaşmayalım. Parkta arkadaşlarıyla oynayan bir çocuğa serseri bir kurşun isabet ederken, balkonunda kahvaltı yapan yaşlı teyzenin boynu bükülüyor. Düğün alayında en yakınlardan birisi canından oluveriyor. Bayram, asker uğurlamaları, yerli yersiz eğlenceler ilk fırsatta eline silah alan adama bu eylemi fütursuzca işleme hakkını veriyor sanki.
***
Derler ki, Nizam-ı Cedit kurulunca yeniçeriler ayaklanmışlar, biz böyle yeni usul talim, eğitim yapmak istemeyiz. Biz yine keçeye pala çalıp testiye kurşun atarak talim etmek isteriz. Kollektif şuuru itip bireysel tercihi öne çıkaran bu tutum sebepsiz değil elbette. Testiye kurşun armak bir gelenek. Çocukluğumun geçtiği kasabada, eski usul düğünlerde, ileri gelenlerin katıldığı testiye kurşun atmak yarışmasına şahit oldum sıklıkla. Ancak bu çok özel ve dikkat gerektiren yarışmada bütün tedbirler alınır adeta manevi bir havaya büründürülürdü. Tek başına gelişigüzel silah atmak toplum gücü tarafından önlenirdi. Arada kendisini tutamayıp da aşka gelenler nazikçe perdelenirdi.
***
Aşka gelmek insanın her zaman kontrolünde bir duygu değil. Silahın da aşk ile olmasa bile insanın ateş yakıp da etrafında dans etmesi gibi kadim bir tarafı var. Bazen bir olay, bir manzara, bir haber bizi aşka getirebilir. Ne var ki asıl bu aşka geliş anında nasıl davrandığımızdır önemli olan. Orhan Okay, Ahmet Hamdi Tanpınar biyografisinde buna benzer bir tanıklığa yer verir. Babasıyla beraber uzun bir yolculuktan sonra Antalya’ya ulaşan ve şehri yukarıdan bir yerden gören genç Tanpınar, aşka gelir, arabadan iner ve havaya iki el ateş eder. Bu davranışı babasının onu tokatlamasıyla karşılık bulur. Kendisi bir mülki amir olan babanın genç oğulun bu davranışına gösterdiği tavırda çok derin ve pek karmaşık bir şuur sezdim. Psikolojik ve anlaşılabilir bir gerekçeye bile dayansa her davranışın sonuçlarını eğiten bir duyarlığın yaşaması şart.
Bu bayram yine çocukluğumun geçtiği kasabaya gittiğimde silah atmanın daha sosyolojik bir sarmala dolandığı, maddi güç gösterisi yanında siyasal ve aktüel bir kaba dil edindiğini fark ettim. Kitle ve sosyal medya iletişiminin bunca yaygınlık kazandığı bir zamanda, insanların asıl dillerinin yine silaha büründüğünü ve oradan çığlık attığını gözlemledim. Din dahil olmak üzere her tür uyarıcı değeri bir yana bırakarak açığa çıkan bu davranış belli ki bu tarihsel koşullar altında bir ilkellik olarak kendisini yaşatmayı sürdürecek. Silah atanlara susarak içten destek verenlerin de ilk fırsatta silaha sarılma arzusu içinde olduklarını sezmek zor değil. Devletin tavrı ise başlı başına tuhaf.