Yu Hua ‘Kanını Satan Adam’ romanında adım adım paranın nasıl insanı alt ettiğini anlatır. Aslında Çin’in kapitalist dünyanın yedeğine ne yolla girdiğini hatta ‘kapitalizmi yeniden tanımladığını’ da dile getirir dolaylı şekilde. Kanını satanlar kan satışını ele geçirmiştir. Türkçe’de kan kelimesi tam manasıyla karakteri karşılamakla kalmaz olumsuz anlamıyla da karaktersiz olanı belirler. Birinin kansız diye nitelenmesi onun insanlık dışına çıktığını ve kötülüğün öznesi olduğunu da gösterir. Çünkü kan hayattır ve hayat biyolojik bir karşılık değildir sadece insanoğlu için. Geçmişte bir kan dökücü olarak ne denli ileri gitmiş olursa olsun o, neredeyse insanlığın bütün sarsılmaz değerleri kan sayesinde kurulmuştur. Kan dökmek değil fakat kan seviyedir. Kanı korumak insanı korumaktır. Toprakla kanın yoğrulması ise yurt denilen düşüncenin duruluk kazanmasıdır. Bazılarına romantik gelebilir ancak insana ve yaşadığı yurda karakter katan temel değerin kan olmaktan çıkıp para olmaya evrilmesiyle birlikte ‘kansızlığın’ sınırları genişlemiş, görünür görünmez kötülükler kılıktan kılığa bürünmüştür. Bugün hala bir ülkeyi yaratan ülkünün kan mı yoksa para mı olduğuna bakarak karakterini ölçebiliriz. Aynı kanı taşımak değil tek başına ama her kanın eşit değerini savunmak o yeri ülke yapar. İnsanlarını yüceltir.
Yüzüncü yılını geride bıraktığımız Cumhuriyetimiz kurulurken eğer İngiliz altınlarının ışıltısına gönül düşüren kansızlar galip gelseydi yaşadığımız topraklar yine var olurdu belki fakat bizi millet kılan karakterin özgürlük değil kölelikle çerçevelenmesi kaçınılmazdı. Düşünmeden kanını toprakla eşitleyenler sayesinde Anadolu yeniden yurt kimliği kazandı. Ne var ki paranın çemberini daralta daralta her vesileyle milletin ümüğünü sıkma alışkanlığ ise hiç değişmedi. Normal şartlarda burası bir büyük bedel karşılığında yurt edinilmemiş olsaydı son yüzyılda yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasal felaketlere insanların tahammülü kalmazdı. İnsan ancak kendisinin ve kendisinden saydığı şeylere karşı sonuna kadar tahammül eder ve ondan umudunu kesmez. Kan kendiliktir çünkü.
Osmanlıdan kopup da irili ufaklı ülke görüntüsü taşıyan merkezlere bakıldığında bunların neredeyse hemen hepsinin kanla mayalanmadığını fakat parayla şekillendirildiğini görürüz. Sanayi çağı sonrasındaki kapital savaşları siyasal nüfuz görüntüsü altında iki büyük savaşa sahne oldu ve milyonlarca insanın kanı akıtıldı. Üleşme savaşıydı onlar. Ülküler çarpışması değil. Fakat, Ortadoğu’daki petrol başta olmak üzere diğer kaynakların yönetilebilmesi için para icadı devletlere ihtiyaç vardı. İngiliz lutfuyla ve kalemiyle haritası çizilmiş bu devletler şimdi anlaşılıyor ki asıl uzun erekte İsrail gözetilerek icat edilmişler. Yine anlaşılıyor ki daha bu para devletlerinden önce İsrail’in doğuşu planlanmış çoktan. Sessizliklerinin büyüklüğü de bundan para üleşimcilerinin.
Bugün başta Avrupa olmak üzere dünyanın sağduyulu halkları, İsrail’in vahşetine hayır derken kan ve para arasındaki tercihe de parmak basıyorlar. İspanya mesela sokaklarından şunu seslendiriyor; ‘İspanya bizim ülkemiz. Toprağını kanımızla biz yoğurduk. O yüzden paraya karşı özgürüz ve insanın safında duruyoruz.’ Bütün bunlara rağmen, Avrupa hükümetleri ve Amerikalılar ülkelerinin insanla değil parayla ilgilendiklerini dile dökmüş oluyorlar. Çünkü İsrail sadece parayla kurulabilecek bir ülkeydi ve kanını yoğurabileceği bir toprağı yoktu. Böylesine icat edilmiş bir ülkenin ve gizli ortaklarının para yönetmekteki gücü ve mahareti sayesinde bu gerçek kolaylıkla kamufle edilebiliyor. Ve kanının kirini başkasının kanında yıkamaya çalışıyor İsrail. Ve bu kanlı ellere patolojik bir ilahiyat eldiveni takıyor.
Bazı görüşler ‘Arap dünyası’ diye bir tabir kullanırken bu havuza dahil edilen ülkelerin de birer para icadı ülkeler olduklarını unutuyorlar. Körfez ülkeleri başta olmak üzere pek çok merkez kan karakteri taşımadığı için paranın rüzgarında kolayca o yönden bu yöne savruluyor. Sadece bazı yoksul ülkelerden karakterli sesler yükselebiliyor. Bu manzara bize gittikçe yurt fikrinin yeni zamanlarda kazandığı yorum kadar gelecekteki şekillenişini de ifşa ediyor. Paranın insanın hayati parçası kanı, kolayca alınıp satılır hale sokması karşısında yeni yepyeni düşünüş ve akıl edişlere ihtiyaç duyuluyor. Bu yeni bir hayat ontolojisidir.
Ticarete dayalı para akışının ve buna bağlı güç ve iktidar savaşlarının elaltındaki organik ilişkisi düşünüldüğünde karşımızdaki manzaranın ürkütücülüğü daha netlik kazanıyor. Kapitalizm ve onun icraat aparatları bir yandan fonksiyonel siyasi aktörler eliyle dinamik ve karakterli halkları atıl hale getirirken diğer yandan devlet gücünü kullanarak nitelikli halkların önünü kesmeye çalışıyor. İnsan tekinden başlayarak karşı karşıya bulunduğumuz manzaranın iliğini ve ilmeklerini göstermeye koyulmak gerekiyor.
Çocukları, bebekleri gözünü kırpmadan öldürmenin insana ve hayata olduğu kadar onun toprak ve yaşadığı yurda ilişkin mesajlar taşıdığını da hatırdan çıkarmamak şart. Güçlü her zaman karşısındakinin değerini alt ederek kendi elindekini yüceltme ve kutsamaya girişir. İsrailin de Gazze üzerinden tarihin akış suyuna katmak istediği zehir budur.