Kalkıp gidenin değerli sorumluluğu...

Ömer Erdem

Oturup kalandan daha fazladır kalkıp gidenin sorumluluğu. Hareket, sabitlikten önce gelir ve asıl yaratıcı olan da odur. İlk çağdan beri filozoflar sadece doğası üzerine değil görüngüleri hakkında da düşündüler hareketin. Kainatın döngüsel bir kaçınılmazlık üzerine oturduğu göz önünde tutulduğunda kalkıp giden insan, biricik doğasına ve onun en yüce hallerinden eylem hakkına dair bir şey söylüyordur. Bizim Nasrettin Hoca fıkralarımız da aklı ve hayatı sabit kalanla yaratıcılığın döngüsünde sürekli hareket edenler etrafındadır. Hoca neredeyse hiç bir fıkrada oturan adam değildir. Dilinin kıvraklığı, mizahının keskinliği bunun sonucudur. Kutsal kitapta dahi ‘örtülere bürünmüş olan’a yönelen ‘kalk’ nidası, muhatabı kadar onun sonsuz erekte temsil ettiği varlığa dairdir, diye yorumlanabilir. Kalkan biliyordur. Kalkan uyanmış ve dile gelmiştir. Dile gelen konuşur. İnsanın konuşması onun ebedi hakkıdır.

Modern zamanların bütün konformist telkinleri insana rahatlık vadeder. Sen der hiç zahmete katlanma. Otur. Bekle. Yeter ki malı satın al, bedelini öde. Bunun için benim kurduğum sistemin döngüselliğine itaat et. Soru sorma. Acaba deme. Felsefeden, şiirden, akıldan beri dur. Biz seni eğlendiririz. Bu sebepten hareket hakkının elinden alındığını unutur modern insan. Arabanın, uçağın onu bir yere götürdüğünü sanır. İzlediği dizide dinlediği vaazda zamanda yolculuk yaptığı sanısına gömülür. Çok büyük nimet, bir yaşama statüsü ayrıcalığıymışçasına önüne serilen kırmızı halıya arzuyla basar. Hayal gücünün tetiklediği sonsuz uzamda bir kez olsun düşlerin özgür yolculuğuna çıkamayanlar sanal alemlerin tutkunu kesilirler. Beynin adım adım donduğu insan iradesinin başka ellere teslim olduğu bu cazip vadiler daha da çok açılacak insanın geleceğinde. Kaslarını, kemiklerini, kanını ve teninin sıcaklığını yitirecek insan. Bir yapay cennetin uyuşuk ülkesinde arkaik bir nesneye dönüşecek. Dünyanın tadı çürüyecek ağızlarda.
Biri masadan kalktığında, sofrayı terk edip sözü değiştirdiğinde Mevlana’nın Mesnevisi’ndeki Hz. İsa’nın ardına bakmadan Kudüs’ten kaçışı hikayesine bakmalı. Bir şehri terk ediş de kalkıp gitmektir. Bir tavır olduğu kadar örnekliktir. Oturan, kendi uyuşuk sükuneti içinde Nietzsche’nin susan kişi yorumunu çağırır. ‘Susmak bir hazım sorunudur’ der çılgın filozof. Hesapların ve teslimiyetlerin sıcaklığında uyuşuk bir kedi gibi mırlamaktadır. Ona ‘neden susuyorsun’ diye sormak bile başka bir hareket hali olduğu kadar, kalk demektir. Kalk ki nerede durduğunu bilelim. Taşın güneşin açısına göre bıraktığı gölge bile yok senin bu oturuşunda. Kalk!

Düşüncelerimiz, ideallerimiz, duygularımız, rüya ve arzularımız da sürekli hareket ederler. Hafıza geçmişin sürekli yer değiştirmesidir zihinde. Unutkanlık ise hafıza sinirlerinin çöküşü, içi boşalmış çuval misali yığılışıdır. Toplumların hafızası da böyle. Onu bir yerde sabitleyip günü kurtarmak isteyenler bastıkları toprağın, yaşadıkları ülkenin dinamiğini bastırırlar. Rum ülkesini kuru bir coğrafyaya kilitlemek isterler. Oysa Rum ilkesi çok bileşenli pek dinamik, yaratıcı vasfını hareketin tam özsuyundan emmiş eşsiz bir kıta olduğu için onca kültür ve medeniyet atılımına sahiptir. Onun içerdiği zengin özgüveni bir müze bile yapmaktan aciz olanlar gece gündüz saçtıkları hamaset taşlarıyla yüzünü gözünü yaralarlar. Bir kez olsun Frig Vadisinden geçip de Yazılı Kaya cephesinde sabah güneşini seyretmeyenler Yunus Emre’yi anlayacaklarını sanırlar. Politika mendillerine miskin su çürüklerini bağlayıp derviş edasıyla dolaşırlar.

Bir öğrenci ders dinlediği amfide yerini değiştiriyorsa ona dikkat edin? Bir yazar cümleyi başka kuruyorsa ona karşı uyanık kalın. Bir halk her tür manevra ile elinden alınmak istenen özgürlük hakkına karşı teslimiyet ulufeleri ile boyun eğiyorsa kaşınızı kaldırın. Irmak akan şeyin adıdır. Göl akmaz ama o da deniz gibi dalgalıdır. Hareketi vardır. Ancak çürümeye ve dibe çöküp balçıklaşmaya teşne sular hareketsiz kalır. İnsanın halleri tabiatın büyük dalgalanışının cüzleri dışında düşünülemez. Tabiat manzara değil ıra meselesidir. Yaşarken ıramızla belirginleşiriz. Kişi ki kendi varlık onurunun soyunu sürdürdükçe yücelir. Yaratılmışların en şereflisi olma vasfına kavuşur.

Kalkıp gideni gördüğün zaman şaşırma. Şurada ne güzel oturuyorduk deme. Bir çiçeğin solup gitmemek için ışığın geldiği yöne meyletmesi say onu da. Oyunbozanlık ayrı oyunu görüp oyundan çıkmak ayrı. Hangi yüksek oyun insanı geliştirmez. Oyun dediğin aklın duygu atına binip geçişi değil mi? Ömer Hayyam’ın dünya için oyun demesini neden insan için yüksek yaşama istenci görmüyor da bir değersizleştirme efekti diye düşünüyorsun. Hem yerinden kalkmayan nasıl oynayacak bu oyunu? Akılda yol almayan, sanatta yol gitmeyen? Kuklalık mı insanın nihai payı? Başkalarının oyununda piyon olmak varlığa reva mı?

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.