Modern zamanlar pek çok miti yıktı. İnsanın akli tecrübe yönünden eksik ve kolektif şuurdan beri olduğu devirlerde işler daha çok mitleştirmeler üzerinden yürütülüyordu. Doğadaki aşılmaz zorluklar da mitler yoluyla güç ve iktidar kullanma yolunu açıyordu. Sembollerin ilahiyatı adeta insana güç veriyor, mitin iktidarını ele geçiren daha kolay hükmediyordu. Oysa geçmiş zamanın büyüsü bozuldu, Babil Kulesi çoktan yerle bir edildi. Kahramanın pazusu söndü, akıl almaz güç ve kuvvetinin yerini insan gerçekliği aldı. Doğanın pek çok sırrı çözüldü. İnsan artık zayıf ve güçlü yanlarıyla bir bütündü. Tanrılar, kahramanlar, kurtarıcılar hayatın vasatına karıştı.
Öte yandan Doğuda ve Batıda, fakat özellikle Doğuda yönetici sınıfın iş yaparken kutsallaştırılması hala içinden çıkılamayan pek çok tortuyu beraberinde getiriyor. Tam çözüldü denilen yerde beklenmedik patlamalar, uç vermeler, cilalamalar, yüceltmeler can buluyor. En küçüğünden en yüksek derecesine kadar hiçbir yönetim makamı kutsal değildir ve kişi oraya bir süreliğine o işi en iyi şekilde yapmak amacıyla getirilmiştir. Onun orada bulunuyor olması şahsının bir özelliği değil kolektif aklın bir gereğidir. Yeri ve zamanı geldiğinde bütün erdemleri takınarak ayrılması hem kendisi hem de toplum için sağlık belirtisidir. Hatta defalarca buraya seçilse bile akıl sahibi kişi bir süre sonra kendisini geri çekmeyi bilmelidir.
Bütün bunları geçen hafta medyaya yansıyan bir haber üzerine düşündüm. Bir toplumun gelişmişlik seviyesi, sağduyu ölçüsü ve birlikte iş yapabilme ve yaşayabilme istenci yöneticiye bakışımızda olduğu kadar onun tutumunda düğümlenmiyor mu? Son yıllarda dünya siyasetinde yer edinmiş en etkileyici kişilerden birisi Yeni Zelanda başbakanı Jacinde Ardern’di. Ardern bir açıklama yaparak ‘depoda artık yakıt kalmadığı’nı, yakın zamanda istifa edeceğini, tekrar aday olmayacağını ve hayatını başka yolları deneyerek sürdüreceğini açıkladı. 42 yaşındaki başbakan hemen her konuda başarı kazanmıştı ve ülkesinde de çok seviliyordu. Özgür ve özgürlükçü tutumu, genç enerjisi, kitlelerle etkin iletişime geçip empati kurabilme yeteneği onu yönetici olarak öne çıkarıyordu. Özellikle, Yeni Zelanda’da geçtiğimiz yıllarda yaşanan katliam sonrası takındığı tavırlar zihinlere kazınmıştı. Bu tavırların günlük ve gelip geçici olmadığını geçen süredeki tutarlılığıyla pekiştirmişti. Jacinde Ardern’in açıklamalarını okuyunca nefes aldım ve geriye yaslandım. İnsan bir varlık olarak içinde gerçekten bir insanı mı yoksa bir kahraman olma arzusunu mu yaşatır?
Doğrusu bunun cevabını bulmak o kadar da kolay değil çünkü tarihsel ve kültürel kodlar daha insan kendi ihtiyarını edinmeden onu belirlemeye başlar. Sonrasında bu belirleyicilerin etkisinden kurtulmayı göze alabilenler değişim gösterebilirler. Bu istek toplumla birleştiğinde daha bir sağlık belirtisi olabilir. Kitlenin her fırsatta, kahraman, kahraman diye ortalığı inlettiği bir toplumda yöneticilik iddiası taşıyanların kendilerini korumaları da kolay değil. Fakat geçmişin önümüze koyduğu bir tablo var ki onu doğru okumak bütün akıl sahipleri için bir borç. İnsan yüksek meziyetleri yanında büyük zayıflıkları bulunan bir varlık ve bu onun için doğal bir durum. Yöneticilik süresi boyunca da bu meziyetlerinin açığa çıkmasından normal bir şey yok. Fakat ne vakit ki yöneticilik konumu, türlü iktidar ve güç odaklanmalarının, mitleştirme ve kutsamaların merkezi olmaya başlar, oradaki üleşim iştiyakı yapılan işin önüne geçer sonra da temel ülküye dönüşürse felaket çanı çalmaya başlamıştır demektir. Dalga dalga orada olmanın mitolojisi örülmeye sonra da şu veya bu şekilde kutsamalara girişilecek, kişi ve konum adına akla hayale gelmeyen ilahiyatlar türetilerek orada kalmanın ömrü uzatılmaya çalışılacaktır.
Doğuda ve Batıda hiçbir uzun süreli iktidara yapışma ihtirası sonuçta çürütücü olmaktan kurtulamamıştır.
Yeni Zelanda bize çok uzak ve Jacinde Ardern’in siyaset yapma dinamikleri farklı olabilir. Ne var ki dünyanın her yerinde insan için ve onun hayatla kurduğu sağlıklı iletişimi aydınlatabilmek için imrenilesi davranışlar sergilenebilir. Bir başarılı yöneticinin, genç yaşında, kendi iradesi ve tutarlılığıyla kendi toplumuna böylesi bir adım atması aslında yaşadığı topluma duyduğu güveni de gösterir. Bu güven ve açıklık sayesinde toplumlar, bir ve birlikte daha özgür, insani ve kaliteli yaşamanın yollarını arayabilirler. İnsanlar yöneticilerden yapamayacaklarını değil başarabileceklerini, yöneticiler de topluma altından kalkamayacaklarını değil de elinden geleni yapabileceğini sundukça karşılıklı değer üretebilirler. Kitle ile yönetici arasında kurulan her tür akıl dışı mitoloji sonuçta maddi ve ruhsal yıkım getirecektir. Çağdaş bir varlık olarak insanın erdemi kahramanlığında değil gerçekle kurduğu sağlıklı etkileşimdedir.