Özün hızla aradan çekilip şeklin hükümdar olduğu her devirde çoğalır kabuk adamlar. İnsan türü yanında cümle bitki ve kabuklu kabuksuz canlıdan ayrı, böylesi bir evrimi vardır onların. Özden görünüşe doğru şekillene şekillene güncellenirler. Gününe göre önlerinde incir yaprağı, gününe göre başlarında zeytin çelengi, fötr şapka, fes, sarık ne gerekiyorsa takmaktan geri durmazlar. Hatta saç mı kazınacak, kaş mı yolunacak binbir sanat ve maneviyat atılımıyla ellerinden geleni yaparlar. Cinsiyet olarak daha çok erkektirler ama hatırı sayılır derecede dişi olanları da vardır. Ağızlarındaki ateşin nur üstüne nur saçtığını söylerler. Çelebi, gariban, alçak gönüllü görünmeleri mi gerekiyor, o da kusursuzca yerine getirilir. Megalomanlıkta üstlerine yoktur ayrıca. Yeter ki işler yolunda gitsin, gemi yüzsün, ocakta ateş sönmesin. Onlar her hale bürünürler. Bu sebepten kim kabuk adam kim değil ayırmak zordur. Mitolojide, destanlarda, edebi metinlerde, sinemada, çizgi film ve gölge oyununda kolayca tespit edilemezler. Adeta ince bir hüner gerekir onları sezip bilmek için.
O hüneri edinmek için de olaya değil olguya, adamın kılık kıyafetine değil davranışa daha da genelde tarihe bakmak gerekir. Tarih ne kadar istese de çiğneyip atamamıştır onları. Saf bir ilim olarak tarih, en net şekilde şiirde kristalize eder yüzlerini ama yine de tarih şiir gibi okunduğunda, sayfalar arasındaki onlara dair toz ve ölüm kokusu duyulacaktır. Hele doğunun diyalektiğinde binbir ipeğe sarılmış şiddet, güç itikadı, iki yüzlü ölmez bir oportünizm olarak kendisini tekrar ettikçe, kabuk adamlığın arkeolojik tipolojisi daha bir aydınlanacaktır. Yaşarken birbirinin yüzüne bakmayan insan toplulukları ölümde bir araya geliyor, normal zamanlarda birbirlerinden her yönden koparken felaket zamanları hızla birleşiyorlarsa, bu genlere işlemiş savaş patalojisi ile de ilgilidir. Hayat böler savaş birleştirir. Çünkü, yaşamanın özünü dolduran güvenlik ve üleşim istencidir. Kabuk adamlar da asırlık köklerini buradan emdikleri duyguyla beslerler. Savaş ve çatışma dili kızıştıkça kabuk adamın toprağı tava gelir. Sonra da üleşime koyulurlar en önde.
Savaşı bir gelişme ve var olma biçimi edinmiş ( seçmiş demiyorum) toplumlarda, birey ve onun zamana dağılmış özne - etkinlik alanı dardır. O yüzden, kul, vatandaş, asker, köle, şahıs, mürit hangi ile tanımlanırsa tanımlansın bir güç merkezine ihtiyaç duyulur. O güç sembolik veya somut olarak var oldukça kendisi de yaşayacaktır. Ve ona düşen atak bir tutumla oraya, güce, merkeze doğru koşmak, orada görünmek, tutunmak ve yaşamaya çalışmaktır. Kişilik bir kemiğin iliği gibi çekildikçe, şekil güçlenecek, kalabalığın kitlesel gücü ve o güçten yükselen ses herkesin maneviyatı olacaktır. Marşlar, hamaset şiirleri, kasideler onların en görünen biçimidir. Rubaiye yer yoktur mesela orada. Çünkü, halının altını nereden kaldıracağına güvenilmez onun.
Dünyanın her yerinde belki de hiç olmadığı derecede bir kabuklaşma yaşanıyor. Tabiatın ayrılmaz bir şekli olan doğal kabuk da yerinden ediliyor bir şekilde. Vitrinler, jelatinler, silikon gövdeler, plastik tamponlar, imajlar, sıfatlar, şöhret ve kimlikler yaygın bir kabuklaşma olarak hayatı dolduruyorlar. İnsan en yalın halinden sıyrılıp tuhaf bir şeklin içine tıkılıyor. İnsan görünüşlü bir insanımsılaşmadır bu. Kabuk adamlar bu insanımsılığın hizmetçisi olarak etrafa yayılıyorlar. Avcının tuzağına acemi serçe taşıyan hizmetçilik böylece tarihsel olanın yüzüne bir damla kan olarak sıçrayıveriyor.
Söze dalındığında, oturup konuşulduğunda, en saf en idealist hatta en çok gadre uğramış, hakkı yenilmiş kişilerdir kabuk adamlar. Taşradan merkeze kadar her yerleşim biriminde haksızlığa uğramışlığın sembolüdürler. Bu sebepten gün gelip de ikbale kavuştuklarında bu haksızlık giderilmiş, adalet yerini bulmuş olur. O aşamadan sonra da adaletin simgesi olarak insan neslinin arasında yaşarlar. Önlerinde eğilinir. Kut üstüne kut kuşandırılırlar. Hasılı kabuk adamların çoğalışı güneşin batış vakti gölgelerin uzamasına benzer. Görünüş şahanedir ama öz başka bir gerçeği fısıldamaktadır. Duyana. Duymaya niyeti olana.