Sanatçı denilince popüler kültür aktörlerinin anlaşılmasına artık şaşırmıyoruz. Özünde yaratıcılık ve eleştiri olan sanatı görmezden gelip onu kendisine düşman saymanın geleneği de yeni değil. Güç, sanatı ve sanatçıyı hep bir duygu ve onay efekti olarak algılıyor. Bu biraz da hükümet etme seviyesi olduğu kadar daha dipte düşünce / düş çökümüyle de yakından ilgili. Oysa bir ülkenin ufkunu yaratan, o ufka yönelecek toplumsal sinerjiyi kristalize edip billurlaştıran uzun erekte yaratıcı sanat ve özgün düşüncedir.
Geçen hafta bir günlük gazetenin kitap eki içinde benim de bulunduğum şair ve yazarlara ‘Yazı / sanat hayatınızda İstanbul sizi nasıl etkiledi?’ sorusunu yönelttiler. Her bir yazar kendi meşrebine göre yanıtlar vermişti. Ben ise İstanbul’dan nasıl ve ne yönde etkilenildiğinin izlerini bulmanın o denli kolay olmadığını söyledikten sonra bir şair için asıl meselenin bunun ötesinde olduğunu / olması gerektiğini vurguladım. Bir şehir hakkında yazı yazmakla, onu yaratıcılığın özü kılmak arasındaki farka dikkat çekmek istedim.
***
İstanbul kapışmasının önümüzdek hafta sonu yapılacak seçimlerle yeniden gömlek değişimine sahne olduğu şu günlerde, şehri düşünmenin bağlamının da güncellenmesi gerekiyor. Şehrin ‘kurucu’ karakterinin ihmal edildiğini, sanat ve düşünce hayatımız yanında ona ‘imar’ adı altında yapılan müdahalelerin de bu vasıftan habersiz davrandığını gözlemliyoruz. Sağ siyasete özgü hamasetin özellikle İstanbul’un fethinin 500. yılı münasebetiyle başlayıp siyasallaşan, devlet eliyle yürütülen müdahalelerde, bu ‘kurucu’ karakterle özdeşleşmeyen faaliyetlere tanıklık ediyoruz. Yahya Kemal’i bir kez içeriden okuyan (İslamcı sağ hep şüpheyle bakmıştır ona kimi günlük yaşama pratiklerinden dolayı) bir siyasal akıl bu şehre nasıl yaklaşması gerektiğini öğrenirdi. Kaldı ki vaktiyle bu şehrin belediye başkanlığına aday olan ve hala özgünlüğünü koruyan seçim beyannamelerinden birisini yazan Asaf Halet Çelebi’yi hiç anmıyorum bile.
1453’ten beri kültür, sanat, düşünce adına yaptığımız her hamlede İstanbul’un ‘kurucu’ karakterinin özü, aynı zamanda yaşadığımız yıkımları da özetler. İstanbul bir mekan değil poetik bir mekandır. İstanbul bir şehir değil simgedir. Yüzyıllar boyunca Osmanlı ‘sosyal ve kültürel’ çevresinin eldoradosu olan İstanbul, Osmanlı Rus Savaşı’ndan başlayarak, Balkan ve I. Dünya Savaşı ertesinde bir nüfus yığımına uğramış, ekonomik çöküntü sosyal çözülüşü de beraberinde getirmiştir. Cumhuriyet sonrası on yıllar boyunca Anadolu insanının iç geçirdiği şehir, 1970’lerin durdurulamayan sosyolojik göçüyle en büyük tarihsel yıkımını yaşamıştır. Şimdiki kavganın temelinde de bu yılların ufuksuzluğu vardır.
***
İstanbul, içinde ürettiği ekonomik fırsatlar (arsa rantı başta olmak üzere) ve siyasal bağlamda oy kümelenmeleriyle değil, Türkiye toplumunun ortak sinerjisi ile okunması gereken bir şehirdir. Kurucu yazarların onu kaynak edinişlerinde de bu sinerji sezilir. Öte yandan, İstanbul’un kültürel envanterini tespit eden yazarlar bir yana asıl onu yaratan yazarlara bakmak gerekir. Sermet Muhtar Alus, Balıkhane Nazırı Ali Bey, İrtifalci Ali Bey, Ahmet Rasim, Reşat Ekrem Koçu bize çok değerli envanter sunarlar. Ne var ki Tevfik Fikret, Yahya Kemal, A. Hamdi Tanpınar, Sait Faik, Orhan Pamuk, Oktay Rifat, Orhan Veli, Salah Birsel, İlhan Berk gibi isimler şehirden beslenmekle beraber onu etkilerler. Şehri etkilemek, şehrin içinden şehrin adına yeni bir bakış yaratabilmektir.
Bu yolla nostalji duygusu aşılır, dil yeni bir ufuk edinir. Mekan poetik olarak canlanır. Yeşilçam yönetmenleri arasından birisinin Antonioni’nin Roma’sı benzeri bir İstanbul filmine cesaret edemeyişine hayıflanmak gerekir. Sosyal mekan ve görüntü dekoru olan İstanbul bir sanat fikrine dönüşmez. Eğer böyle olsaydı İstanbul’dan etkilenmek değil onu etkilemekten söz edilebilirdi.
Şehri yönetmeye aday olanların böyle bir vizyonları var mı acaba? Geriye yayılan yıllara ve yapılan maddi işlere baktığımız zaman bunu söylemek imkansız. İstanbul işlek bir hamaset söyleminin dişleriyle çiğnenip duruyor. Bu durumda sanat ve edebiyatın vasfı bir kez daha değer kazanıyor.
Yaratıcı hamlesini şehre nazar kılan şiir onu etkilemeye aday olarak kendisini de bir talan çizgisinden haklı olarak ayrıştırıyor.