İş esas meseleye geldiğinde

Ömer Erdem

Hemen her gün çok kişinin konuştuğu, döne dolana konuştuğu, o ağızdan bu ağıza dolaştırdığı, söylemekten bıkmadığı, şahsileştirmekten, ötekileştirip düşmanlaştırmaktan çekinmediği, zevkle, heyecanla, şehvetle dillendirdiği, sakız kılıp macun diyerek etrafa dağıttığı hiçbir konunun esasla ilgisi yoktur ve iş esasa geldiğinde hemen her yerde mutlak sessizlik hakim olur. Bu öldürücü ve ölümlü sessizlikten dolayıdır ki çocuğuna çare arayan kadının gözleri nemli, toprağını işlemeye güç yetiremeyen çiftçinin yüzü kavruk, eğitimin her cepheden çöküşü karşısında kara kara düşünen sorumlu bir zihnin eli kolu bağlıdır mesela. Gül budamak için bir makas arasa bir bahçıvan elini atacağı pek az yer bulunur. Gören gözler görmez, duyan kulaklar duymaz, söyleyen diller söylemez olur esas karşısında. Bir yerde söz alabildiğine uzuyor, tekrarlarla köpürtülüp parlatılıyor, o kaptan alınıp bu kaba dolduruluyorsa orada vakit geçiriliyor, top dolaştırılıp gerçeğin üstü örtülüyordur.

Güreşmek minderde yapıldığı halde rakibinden korkan sporcunun minder dışına, kenara kaçıp durması benzeri bizde de minderin dışına kaçmak marifet, asıl oyun zannedilir veya öyle gösterilir. Oyunu böyle oynayanların seçkin hakemleri, ıslıkları hiç dinmeyen seyircileri, o sıkletten bu sıklete, o meşrepten bu meşrebe ünlü güreşçileri, oyuncuları bulunur. Kendilerine özgü bir magazin dünyaları, şöhret simgeleri ve etkinlik alemlerinde döner dururlar. Öyle şifreyle falan da konuşmazlar. Dümdüz dilleri içinde dümdüz, dünyadan ve düzenden memnun yaşayıp giderler. Bir köşeden bir ah sesi yükselse onu derhal bozgunculuk mührüyle damgalarlar. Kalemin kağıdın alanına sokuldukları gibi ekranın, dijital alemin fermancısı kesilirler.

Esası bilip duyanların, sorumluluk şuuruyla yol arayıp hemen her şeye esasın ölçüsüyle bakanların sesi çıkmaz onlarınki gibi. Bir konuyu enine boyuna dert edip düşünmenin, bilmenin, sorup anlamanın peşinde ebedi meşguldurlar esasçılar. Ve her zaman öyle, ağzına geldiği gibi, ballandıra ballandıra, bağıra çağıra, hop oturup hop kalkarak, mutlak inanç ve sarsılmaz kararlılıkla, her şey bilinebilirmiş edasıyla konuşmazlar. Esasla ilgilenen kişinin soruları, işlerin kabuğuyla, köpüğü ve cilasıyla yetmedi zili davuluyla ilgilenenlerin çok bilgisi, salkım salkım üzüm cümleleri, binbir elekten geçmiş tablet gibi çözümleri vardır. Bir kere bu tabletler ağıza atılıp üstüne su içildiğinde bünye rahatlayacak, sağlık gelip işler kolaylaşacaktır. İster futboldan ister tarımdan ister iç politika ister patates fiyatları isterse eğitimden söz açsınlar, günlerdir laboratuvarlarda çalışa çalışa geliştirdikleri formülleri bilabedel topluma sunacak fedakarlık içindedirler. O yüzden mesela deprem ve sonrasını onlara sormak, partiler arası kavgaların sırrını onlardan öğrenmek şarttır. Turistlerin nereden gelip nereye gittiğinden tutun araba fiyatlarının neden yükseldiğini en iyi onlar bilirler. Verdikleri rakamlarda tutarsızlık yaptıkları tahlilde boşluk yoktur.
Bir fotoğraf sanatçısı ışığın içindeki nice kılçıkları ayıklar, çiğlikleri giderir, anın yüksek geriliminde bir kere yakalandığında hiç tekrar edilmeyecek olanı arar. Bu yüzden parmağı kolayca deklanşöre gitmez.

Kafasının içinde durmaksızın sayfaları çevirir, şekillerin ve oluşların içinde seyahat eder. Aradığı bir şey vardır ve onun şeklinden çok henüz tamamlanmamış ruhunu arıyordur. O aradığı bir an ona göz kırpıverdiğinde zar üstündeki ince tüy titreyiverdiğinde, şeftaliye bal veren su bir an ağza damlayıverdiğinde adeta dünya yeniden şekillenir, ışığın açık geometrisinde şekiller kanatlanıp uçar. Nefes alıp vermek bal şeker olur. Çünkü o esasa aittir. Renklerin ve biçimlerin şakşakçılığından uzak durmak derdindedir. Her önüne gelenin fotoğraflardan, resimlerden ve onların gönül çalan cilvelerinden konuştuğunu görünce gülümser, hayret eder. Tesadüflerin, anın, beklenmedik olanın sağnağında yaratıcı şuurunun telkiniyle dolaşır.

Dokudan ve kumaştan anlayan el çığırtkanlar pazarına düştüğünde yavaşça kenara çekilir, kumaşların iç dilleriyle fısıldaşmalarına kulak kesilir. Nasıl her pamuktan kaliteli ip her ketenden dokuma her yünden tokluk çıkmazsa her terzi de kumaşa nereden can vereceğini bilemez. Gel gelcilerin ellerinde metre dillerinde para şemsiyesiyle dolaşanların içinde vakitten hayıflanarak kendi ellerine bakar. Hayat da bir kumaş gibidir. Kumaşa can veren doku olduğu halde desenle iş görenlerin işleri yolunda gider gitmesine da kumaşı insanın kumaşına indirdiğinizde lime lime dökülür her şey.

Dünya gittikçe çok konuşanların çok görünenlerin hasılı niteliksiz çoğunluğun galebe çaldığı bir yere doğru gidiyor. Bu durumu ticarete dökmenin derdine düşenler ikili dünyalarında, geceyle gündüz farkı halinde zevklerine zevk kazançlarına madde katmayı sürdürürler. Şehirler bükülmüş demirler, üst üste yığılmış bloklar halinde insanı ezip geçerken, sözler yine rakamlara, alım satım hesaplarına, iç ve dış dengelere, gelecek planlarına yoğunlaşır. Karnaval bir saklama etkinliği olarak mutluluk konvoyuyla zamanın böğründen geçmeye devam eder.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.