Zıtlıklar çoğunlukla birbirini çeker fakat bu çekim, insan ırasını yoklatacak sonsuz bir ontolojik çıkmazı da açığa vurur. Merhamet ve şiddet gibi iki farklı duygu durumundan söz ettiğimizde mesela, değil birbirini çekmek yan yana gelişleri bile ürkütücüdür. ‘Duygu durumu’ dedim fakat yanıldım, merhametin zaman zaman içgüdüsel karakter de taşıyan bir duygu olduğu söylenebilir ama şiddetin duygu dışında, onu aşan, oradan taşan, kurgusal ya da daha doğru bir ifadeyle duyguyu tehdit eden, kurgusal, zihni bir yanı vardır. Bu yüzden merhamete dayalı eylem ve reflekslerin çoğunlukla sorumluluğu kişinin ubdesindeyken şiddetin sonuçları her yönden toplumsal sorumluluklarla çevrilidir. Heyecandan, renginin ve kokusunun etkisinden koklamak için eğildiği çiçeği istemeden koparan elle, bile isteye, hem o çiçeği başkaları görüp koklamasın hem de böyle güzel bir şey hayatta kalmasın diye koparan elin farkından söz ediyoruz. Sonuçta ikisi de koparmayla sonuçlanabilir ama istemeden koparan elin gönlüne çöken hüzünle bilerek koparan elin yüzünde beliren sinsi gülüş başkadır...Gülen kişi bu gülüşün fark edilmesini ister zımnen de olsa.
Neden öyleyse? Niçin hayatımızda bu iki benzemez var? İnsan nasıl olur da böylesi ikilikle yaşar? Kabul edilmelidir ki hemen her şiddet eylemi özü itibariyle bir zayıflık belirtisidir. Şiddete yönelen kişi bu hareketiyle bir güç ve iktidar alanı açmak niyeti taşır. İçi kof, istenci zayıflık, zavallılık, çaresizlik, yokluk, yoksunluk hatta yoksullukla doludur böylesi güç isteğinin. Nitekim bu, her hâl ve şartta insanın mutlak iyilikle donanmış bir melek olduğu ya da daima kötülükten beri durduğu manalarına gelmez. Kaldı ki iyilik ve kötülük ile merhamet ve şiddet kategorik olarak farklıdır. Şiddet kötülüğün bir cüzü olarak da düşünülemez. Böyle olunca, sadece kötüler şiddete yönelir, iyiler hiç şiddet uygulamaz diye bir sonuca çıkılır ki hayli endişe verici sorular doğurur bu akıl yürütme. Burada özüne, ta dibine, ısrarla ve sabırla bakılması gereken husus şiddetin kökündeki zayıflıktır. Zaaf bile değil. Güçsüzlük. Eziklik. Çaresizlik.
Kötülüğü ortadan kaldırmak ebediyen mümkün değil, çünkü bu bir dizi ontolojik, antropolojik, tıbbi, psikolojik, dini, felsefi, tarihi, edebi tartışmaya da girmek demek. Oysa çoklukla an içinde beliren şiddete bakmak ve çaresini gözetmek için biraz sosyoloji, tarih ve insanbilimlerinden haberli olmak kâfidir. Çoklukla şiddet, bir iletişim yokluğundan belirir ve karşılanamayacak, abartılmış vaatlerin ürettiği gerilimler sebebiyle açığa çıkar. Çok ama çok gerçek dışı, hayat ve sosyoloji yanında günlük insan taleplerini karşılayamayacak vaatler üretip de buradan bir iktidar alanı açtığınızda, insanlar ilk fırsatta bunu arzu ederler ve ilk karşılanamama durumunda da o güç ve iktidar dizgesinin en yüksek sembolüne saldırırlar. Şiddet anında ise şiddete yönelen merhametsizlikle suçlanır. Oysa farkında olmadan, çok dipte o, merhamete muhtaç olmuştur saldırgan. Propaganda başta olmak üzere her yolla körüklenen istekleri gün gelip kendisine sunulamayınca ilkel bir reflekse ama mutlak düşünerek harekete geçer. Arzuların, isteklerin, ihtiyaçların kendi özgün doğaları dışında kışkırtılıp köpürtüldüğü, saptırılıp ticarileştirildiği, yetmedi ideolojik aygıtlarla iktidar ve güç isteğinin malzemesi yapıldığı her şart ve durumda şiddet bir zaaf patlaması yapmaya hazır demektir. Şiddet toplumsaldır çünkü ve hiçbir toplumsal eylem ona liderlik eden biri olmadıkça yükselmez.
Ve çoğunlukla ve kaçınılmaz ve pek tabii olarak önce dilde belirir şiddet; bir deniz kazasından dolayı kıyıya vuran parçalar gibi farklı söz kıyılarına vurur... Çünkü dil insanın kendisini gerçekleştirdiği ilk yatağıdır. Dile dökemedikçe ve dile getirmesi engellendikçe başka diller bulmaya yönelir kişi. Şiddet bu bağlamda ‘negatif beden dili’ diye açıklanabilir. Zaten şiddet öncesinde de mutlaka bir dilsel iletişim süreci yaşanır. İletişimsizlikten kasıt her tür insan etkileşiminde bu dilin etkin kullanılamayışıdır. Parça parça iletişimsizlikler sonunda toplumsal şiddetin elementine dönüşürler.
Başta edebiyat olmak üzere her tür insan araştırma yönteminin şiddet üzerinde daha çok çalışması, onu hukuk ve aktüalite meselesi dışında olgusal bir yetkinliğin gözünden geçirerek incelemesi kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. İnsanın kendi içinde ve çevresinde yaşadığı muhatap arayışı sonsuz ve çetrefildir. İnsani açıklık ve yatkınlıkların özgürce konuşulup tartışılamadığı toplumlarda şiddet bir hücre yenilenmesi gibi günden güne artmaya devam eder fakat merhamet isteği ile şiddet görüntüsü arasındaki sonsuz zıtlık bir insan çaresizliği olarak duvarları yükseltmekten geri kalmaz.