Bir taş atılsa bir pencereye cam içeriden mi yoksa dışarıdan mı kırılır kimse tam cevap veremez. Tok, aç olanın halinden anlamaz demiş eskiler. Dışı seni içi beni yakar diye de ilginç bir deyimimiz bile var. Kışta, yağmurda sokaktan geçenin üşüyen ayağını hissetmek için de pencere önünde, sıcak odada oturan olmanın ötesinde durmak gerekiyor. İyi insanı tarif için ‘ içi dışı bir’ denmiş bir zamanlar. Şimdi iç nerede başlıyor dış nerede tükeniyor onu bilecek zevk ve düşünce kaldı mı diye sormak bir işe yarar mı acaba? Hatta sıkı sıkı öğüt veriliyor, sakın içindekini yüzüne vurma deniliyor. Yine de insan olmanın türlü halleri içinde, kendimiz, yakınlarımız ve çok sevdiklerimiz söz konusu olduğunda, ruh ve beden sağlığını dilerken de iç ve dışı, onun birlikteliğini tanımlamış oluruz.
İç ve dış, içerisi ve dışarısı, bizim duyarlık kat sayımıza göre, taşıdığımız sosyal ve insani sorumluluğa göre sürekli değişir. Kimi insan içinin boşluğunu dışının cilasıyla kapatmaya çalışırken kimisi içindeki cevher bir şey sanılmasın diye kendisini hırpani gösterir. Yine de iç ve dış arasında bir çekim, çelişki, gerilim, uyum, uyumsuzluk, arayış gelgitinin olduğunu kabul etmekte yarar var. İnsan galiba dışarıdan kendisine yönelen hemen her etkiyi karşılayıp dizginledikçe, oradan bir hayat görgüsü ve yaşama iştiyakı duydukça insanlaşıyor. Bazen içimde en iyi komşuluk ilkin insanın kendi kendine yaşadığı komşuluktur diyesim geliyor mesela. Kendisine komşu olmayan da diyardan komşu tutamıyor diye mırıldanıyorum.
Şehrin içinde sürekli içeri ile dışarıya maruz kalırsınız her gün. Şehir iç ile dışın sonsuz gelgitidir. Şaşırtıcı imkanlar büyük çelişkilerle kayıp gider önünüzden. İşte dört yanda vinç dişleri. Beton yükseltiler. Yüklü gemiler. Rüzgarın huyuna göre dalgalanan deniz. Azıcık yağmurda cehennemleşen trafik. Gençlerin dünyayı ezeli bir sonbahar hışırtısı gibi zevkle çiğneyişleri? Bitmez hiç birisi. Gören göz duyan kulak için şehir bitmez iç hikayeleri, tükenmez dış dönüşleridir. Birden arabanın içinde bulursunuz kendinizi trafikte söz gelimi. İçten içe aman trafik olmasa diye temenni edersiniz. Özel arabanızın konforuna göre gideceğiniz yol boyunca sizi eğleyecek imkanlar bulursunuz. Yanınızdan tramvaylar, otobüsler, taksi ve dolmuşlar geçer. Herkese göre herkes bir şekilde içeride ve dışarıdadır. İçten dışa bakışıp durur insanlar.
Temenniniz tutmadı. Trafik sıkıştı. Hem de fena halde şişti gittiğiniz yol. İçeridesiniz. Klasik müzik size yoldaş radyoda. Önünüze taze cevizi ustalıkla sert kabuğundan ayıklamış, zarif bir sepet içinde size sunmaya çalışan satıcılar görüyorsunuz. Taze cevizin iç ferahlığı canlı teniyle iştah kabartıyor. Bu diyorsunuz, dıştakinin hayatını kazanması için bir buluşu. Boğazıma dokunmasaydı taze cevizin kabuğundaki asit, alırdım birazcık diye düşünürsünüz. İleride bir başkası su tutuyor elinde. Susamışlar için su. Belli ki burada her zaman trafik var. İhtiyaç nerede artarsa hizmet de orada çoğalır, değil mi? Şimdi belki mısırcı, muzcu, tesbihçi hatta belki fındık fıstıkçı da peyda olacak. Bu görüntüler dışa doğru bir şenlik duygusu da veriyor.
Evden çıkarken hava kapalıydı. Meteoroloji yoğun yağış vermiyordu. Düşük yüzdeli bir ihtimalden söz ediyordu. Tutmadı. Yağmur başladı hafiften. Durup diner mi? Gitmeden, yol almadan belli olmaz. Arttı. Hızlandı yağmur. Sucu ve cevizci kayboldu. Sezgileri bu kadar güçlü, tecrübeli mi dışarıdakilerin? Arabada, yağmurdan, soğuktan beri, yol alanın duygusunun da değişeceğini nasıl da bilebiliyorlar? İç güç olurken dış zayıflığa mı bürünüyor. İleride, solda, yaşlıca bir ihtiyar amca, çenesini titretiyor. Üşüdüm. Dışarıdayım. Çaresizim. Beni arabanıza almasanız bile kalbinize, içinize alın, yardım edin diyor. Şaşırıyorsunuz. İç dışa çarpıyor. Zar zor yürüyen trafikte biraz daha gitmek istiyorsunuz. O da ne? Bir göçmen çocuk. Her şeyi bitmiş. Yarınsız bir nazarla ayak uçlarına bakıyor. Ne bu diyorsunuz? Kurgu mu bu? İç ile dışın taşması mı? Yağmur daha da hızlandı. Camlar buğulu. Şekiller ve sesler de değişti. Zaman dışı bir karaktere büründü. Solda, bu ağır yağmurda, fantastik bir figür yaklaşıyor. Ayakları yok olmuş. Üstü başı yağmurda insan olmamızın bütün korkularına bürünmüş. Dişleri zamanın nimetlerini çiğnemiş paslı bir demir gibi. Yüzü kayıp. Ne yapacaksınız? Dört yandan arabaların arasında iç ile dış arasında sıkıştınız. Sanki arabanız iki yandan daralıyor. Sizi ezecek. Sıkıştıracak. Hayır hayır diyorsunuz. Daha ikinci hayır tamamlanmadan hangi gerekçe ile iki bacağını kaybettiğini bilmediğiniz birisi, elektrikle çalışan bir araba ile hızla yanınızdan kayıyor, üstünde sarı bir yağmurluk. Göğün şalteri iniyor.
Daha ne kadar iç ile dış birbirine karışacak, görülenle düşünülen alt üst olacak diye akıl yürütürsünüz. Yol da hafiften açılmıştır. Yağmur dinmiştir. Şehrin dışına doğru hızla gitmektesinizdir. İçiniz geride kalmıştır. Nesinizdir şimdi siz? Dışa çıkmış içerideki mi? İçte kalmış dışarıdaki mi? Daha daha da düşüneceksiniz. İçiniz dışınızla bir oldukça hayat sizi hiç terk etmeyecek.