Biksad, Bilim Kültür ve Sanat Derneği, Hüseyin Kutlu’nun can verdiği açılımların merkezi. Kanlıca sırtlarında, Mihrabad Korusuna yakın düzlükte Hüseyin Kutlu bir yandan tabiatın bütün renklerini canlandırmaya çalışırken asıl içinde taşıdığı rüyayı gerçekleştirmenin haklı sevinci içinde. Yaklaşık sekiz yıldır ‘İstanbul Mushafı’ diye vasıflandırılan bir rüyadan tam uyanma eşiğinde. Dışarıdan bakıldığında göz korkutucu içine girildiğinde hayret ile hayranlığı kol kola geçirip yol açıcı bir eşik bu.
Hüseyin Kutlu ‘kuratör’lüğünde bir tür kültür, sanat, inanç ve medeniyet iddiasıyla karşı karşıyayız. İslamiyetin doğuşundan ve Kur’an -ı Kerim’in yazıya aktarılmasından bu yana, tecrübe edilmiş, estetize edilmekle kalmayıp yan disiplinlerle bezenmiş hemen her klasik sanat dalı yeniden güncellenmiş durumda. İlk yazı örneklerinden başlayarak derecesi kabul görmüş hemen her üslup hat sanatının içinde cilt cilt sergileniyor. Bu on cildi gözden geçirdiğinizde yazı galaksisine dalıyor, ‘yıldızlar’ arasında geziniyorsunuz. İslam yazı sanatının asır asır, bölge bölge, neşve neşve nasıl köklenip genişlediğini, dala çiçeğe durduğuna şahit oluyorsunuz. Müze kitap diyeceğim ama daha ötesi demek daha doğrusu. Normal kitap formunda basıldığında bile insanı büyülemeyi sürdürecek bir uzaydan söz açıyoruz.
Ya kağıt? Böyle bir iş kağıt olmadan nasıl can bulur? ‘Hamur’ her şeyin esasıdır, iş kadar niyet, emek kadar yük de onunla yoğrulur. Dünyanın her yerinden kağıtlar getirtmiş Biksad. Onları testlere tabi tutturmuş. Bakmışlar olacak gibi değil, kendileri ömrü altı yüzyılı müjdeleyen özel kağıt üretmişler. Kağıdın hayatımızdan söküldüğü bir zamanda bu yoğuruş daha bir sembolik geldi bana. Mürekkep meselesi ise Semerkant’dan, Buhara’dan, Hoca Ahmet Yesevi’nin şehrinden, İstanbul ve Bosnadan madde ve ruh elementi devşirilerek harmanlanmış. . Mürekep bir iş olmuş bir bakıma geçmişin duraklarından toplanan malzemelerle parlatılmış. Her bir sayfanın yine tezhip sanatının tarzlarıyla süslendiğini düşünürseniz Hüseyin Kutlu’nun idealini anlayabilirsiniz. Asıl nüshanın 365mm/ 550mm olduğunu gözönüne getirdiğimizde ve 850 sayfalık bir çalışma olduğunu akılda tuttuğumuzda işin hacim tarafı da aydınlanmış olur.
Yüksek İstanbul göğünün hemen altında, bahçesi ve üniteleriyle tam bir Klasik İslam Sanatları merkezi kimliği taşıyan mekanda, bize düşlerini aktarırken hem heyecanlı hem de buruktu Hüseyin Kutlu. Heyecanı bir rüyanın yüz akıyla tamamlanmış olmasından ötürüydü elbette. Burukluğu ise, sanat iddiasını ve bu iddiayı çağ ve insanlıkla birleştirecek insan ve çevreden uzaklaşılmış olmasına bağlıyordu. Niyet, emek, düş ve irade bize gösterdiği sayfalar arasında ve yine her bir cilde yansıyan cilt sanatının inceliklerine dokunuyordu.Cilt iki yandan içeriği sarıp koruyan demekse eğer, cilt kelimesinin toplumsal ve tarihsel karakteri daha da anlaşılır. Gönlünün ciltleriyle kucaklamış adeta Hüseyin Kutlu rüyasını.
Böylesi çalışmalar bilgi, birikim, yönetim, cüret, sabır fakat sonunda aşk gerektirir. Klasik sanatların en üst dereceden masum fakat iddialı örneklerini yakından görüp yeni ruh ve estetik disiplini edinmek için bu çalışma ve süreçlerinin ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. Umarım kısa zamanda sanata, kültüre düşkün olanlarla farklı bağlamlarda buluşturulur bu büyük çalışma. Biksad’ı, Hüseyin Kutlu ve ekibin gönülden kutlarım.