Sahil boyunca aynı hızla yürüdüm. Sıradan dünyada pek sıradan bir gündü işte. Neredeyse aynı gözlerle aynı ağaçların altında aynı tebessümle selamlaştım yine. Bu sessiz günaydın demekti karşılıklı. Bu sabah da dünyadayız. Yarın hala hayatta olursak yine bu saatte selamlaşırız. Belki o konuşkan hanımefendiye rastlasaydım durum değişirdi. Üç beş laf ederdik. Seyahat planlarından dem vururdu. Onun gül tutkusundan, mevsimlerin artık güvenilmez huyundan, evdekilerin iyi olup olmadığından söz açardık. Şimşeği de görmüş olurdu. Ondan kaçmazdı. Belki bu sebepten dışarı çıkmadı. Gerçi ortalıkta olağandışı bir şey yoktu. Dediğim gibi sıradan bir dünyada sıradışı olmayan bir pazar sabahıydı. Pastaneler, fırınlar açılmıştı. Köpekler gezdiriliyor, pencereler hafif hafif aralanıyordu. Açıkta, denizin ucunda üç beş balıkçı motoru takırdıyor, martılar barbar gruplara ayrılmış çekişiyorlardı.
Menzili biraz uzatıp sahilin ucuna kadar gitmeyi planlamıştım evden çıkarken. Yalova taraflarına çöken mai karaltı huzurumu kaçırdı şimşeğin ardı dan. Gerçi sadece bir karaltıydı. Arkasında bir ordu yürümüyordu. Sola saptım. İncir ağacını köklemişlerdi. Oysa çok farklı bir görüntüsü vardı. Beli kambur bir adam gibi elinde gemici feneri Adalar’a doğru eğiliyordu. Önünde şırlayan ve suyu hiç kurumayan saklı çeşmenin ise gideri tıkanmıştı. Yüksek bir gölcük, çeşmeyi boğuyor.
Pastaneye girdim. Usta alt kattan yeni çıkarıyordu simitleri. Satıcı ağzını kapamadım paketin, çok sıcak dedi. Farkındayım diyerek gülümsedim. Çiçekçi neredeyse bütün vitrini kaktüslerke donatmıştı. Kaktüs bayramı mı vardı? Bakkala uğradım. Gazete ve su aldım. Dünyada sıradan bir sabahtı. Sıradışı hiç bir şey yoktu. Derin şimşeği saymazsak. O zihnime çakılmıştı bir kere.
Eve çıktım. Sabah sabah sular kesik. Mutfağın camını açtım. Açarken beraber dünyaya kara bir örtü atıldı sanki. Şarkılı ani bir yağmur evi kuşattı. Çatılarda, balkonlarda sekti. En çok mutfak camından merakla içeri uzanmaya çalışan ağaç dalını hırpalıyordu. O dal mestti bu tokatlamadan. Arka balkona baktım. Ceviz ağacı utangaç. Cevizler düştü düşecek dalından. Dal, yaprak, ağaç ve an, sarmaş dolaş olmuşlar birbirlerini emziriyorlar.
Ön balkona geçtim. Çiçekler dünyaya göz kırpıyorlar. Mor yonca uyanmış. Cam güzeli, kaktüs ve sıpa kulağına cilve yapıyor. O örtü, yağmur karaltısı öylesine ipeksi bir yumuşaklık katıyor ki havaya, iyi ki o derin şimşek çakmış diye düşünüyorum. Gözüm istemeden karşı balkona kayıyor. Bir kadın omuzlarına hırkasını atmış huşu ile bağdaş kurmuş oturuyor. Dua ile ibadet arası bir yerde. Yağmura sunmuş kendisini hatta yağmur din olmuş.
Şaşırtıcı ve sakin bu güz yağmuru. O derin şimşekle göz kırpıp izin istemiş aramıza karışmak için. Hatta sevmek ve sevilmek için dünyaya inmiş. Çayı demleyeyim. Biraz buhar kokusu bu karaltıya karışsın. İnsanlar uyanınca tertemiz bir havayla karşılaşacaklar. Belki müzik. Chet Baker. Almost Blue.