Çocukluğum güneşin altında geçti. O yüzden gölge nedir iyi bilirim.
Fakat şimdilerde ‘dünyayı bir gölgelik’ diye yorumlamanın imkansızlığı içinde dönüyorum. Bir anlığına, bir süreliğine, bir defalığına, gelip geçici anlamında kullanılan gölgenin, çağdaş dünyada aldığı yeni anlam saçakları karşısında ürküyor o korkudan bu endişeye sürükleniyorum. Bir koyu gölgelik bulsam, salkım salkım esintiye gönül düşürsem birden geri dönüyor, güneşe çıkıyorum. Güneş, yakar, zorlar, soldurur, susuz bırakır ama ışığını yitirmez. Nerede görülmüş ışığın, aydınlığın kirlendiği, uzak ve yakın anlam öbekleri içinde yalpaladığı? Ya gölge, onun uğradığı anlam kaymaları, hayatımıza yayılma hızı? Gölgenin gölge içinde soyutlanıp zalim gölgeler doğuruşu? Gerçeği ters yüz edip her yere yayılışı? Güneşin tahtına oturup aydınlık iddiası tutturuşu?
Gölgeye, saf olanına, güneşin yerine göz dikmeyenine, yine de hürmet ederim. Onun oyunlarına az çok aşinayım. Bütün canlıları nasıl cezbettiğini, bir ağacın dibinde varoluş hışırtılarına kulak vermiş bilge insanları tanıdıkça da ikna oldum yaşamaya. Fakat, onda hep bir oyun olduğunu inkar edecek değilim. İnsan, erdemlerine ve emeğinin verimlerine gölgelerde değil güneşin altında kavuşur. Gölge ayrışma ve bölüşme yeridir. Güneşin altı emeğin ve fedakarlığın yurdu. Gölgeyi bir yaşam efekti değil bir varlık idealine dönüştürdüğünüzde başlar kötülük kapınızı tıklatmaya. Gölge efekttir güneş esas.
İri bir devekuşu yumurtasına benzeyen soluk gök rengi bir taşa kayıyor birden gözlerim. Bile isteye bir süreliğine sığındığım kızılcık ağacının gölgesi irili ufaklı taşlarla dolu. Belki de oyun için getirdi çocuklar onları. Belki de büyüklerin akıl sır ermez işlerinden birisi. Dingin bir gölgesi var kızılcığın. Ama ben uzun oturmayacağım. Güneşe de çıkmayacağım fakat içim bir gölgelikle uzun süre dostluk kuracak kadar huzurlu değil. İşte aynı huzursuzluğu görüyorum bizim yüzeyi ay gibi yaralı taşta. Bir uyumsuz olduğu kesin. Sanki bin yıl güneşin alnında yandıktan sonra buraya düşmüş gibi. Şimdi onu güneşe çıkarmalı mıyım? Hayır buna hakkım yok. Sert ve kalıcı görünümü her şeye dayanabilecek gibi. Kızılcığın kuzeye bakan gövdesine tutunmuş yeşertiler ise bana gölge duygusu veriyor. Evet evet, bu yosunlar, ağaçta, taşta, duvarda her yerde bir tür zaman gölgesi.
İri bir devekuşu yumurtasına benzeyen soluk gök rengi bir taşa kayıyor birden gözlerim. Bile isteye bir süreliğine sığındığım kızılcık ağacının gölgesi irili ufaklı taşlarla dolu. Belki de oyun için getirdi çocuklar onları. Belki de büyüklerin akıl sır ermez işlerinden birisi. Dingin bir gölgesi var kızılcığın. Ama ben uzun oturmayacağım. Güneşe de çıkmayacağım fakat içim bir gölgelikle uzun süre dostluk kuracak kadar huzurlu değil. İşte aynı huzursuzluğu görüyorum bizim yüzeyi ay gibi yaralı taşta. Bir uyumsuz olduğu kesin. Sanki bin yıl güneşin alnında yandıktan sonra buraya düşmüş gibi. Şimdi onu güneşe çıkarmalı mıyım? Hayır buna hakkım yok. Sert ve kalıcı görünümü her şeye dayanabilecek gibi. Kızılcığın kuzeye bakan gövdesine tutunmuş yeşertiler ise bana gölge duygusu veriyor. Evet evet, bu yosunlar, ağaçta, taşta, duvarda her yerde bir tür zaman gölgesi.
İstemez miydim şöyle yanında gürül gürül sular akan bir gölgelikte uzun süre hiç bir şey düşünmeden oturmak? Kaz Dağları eteklerinde böyle akıl karıştırıcı, gönül çelici, göz doyurucu az mı gölgelikle karşılaştım? Buz gibi suların şiirine düşen neydi? Hayır hayır üşüten gölgeler de bir, avutan gölgeler de. Bağrı yananın, yorulmuşun, dudakları susuzluktan çatlamışın haline diyecek bir sözüm yok. Bütün derdim artık oturabilecek bir gölge kaldı mı, hangi zihinle o gölgede tam oturabiliriz oraya takılmış durumdayım.
Meşenin gölgesi ile ardıç gölgesini, ceviz gölgesi ile söğüt gölgesini, ahlat gölgesi ile çınar gölgesini, duvar gölgesi ile bulut gölgesini birbirinden ayıran hayat tecrübesi artık nerede? Malum her gölgeye oturulmaz, her gölgenin saati ve gereği farklıdır. Ucundan tepesine doğru kızaran kızılcık meyveleri belki bana kızıyorlar şu an. Ama ben onların bir savunma hattı gibi içiçe geçmiş koyu yapraklarındaki gururun farkındayım. Yarın sabah hiçbir şey düşünmeden kendimi sadece onların gölgesine emanet bıraksam içimdeki şüphe kalkmaz, uzağa gitmez.. Öyle mi?
Dünya artık bir gölgelik değil ve bu bilinçle gölgeye oturmayanın payına gölgeden bir pırıltı da düşmeyecek. Dünün dünyasında gölge, kendi karanlık anlam katmanlarından çıkmak için de bir fırsattı. Şimdi ise nereye gitsek bütün gölgeler esenlikten uzak.
Çocukluğum güneşin altında geçerken hep gölgeye doğru bir içleniş de taşırdı. Güneşin altında gölgeye kavuşmak için kalırdık. Şimdi ondan korkmam sebepsiz mi? Belki de çocukluk gölgede oynanan bir güneş oyunudur. O oyuna sadık kalmak istediğiniz için bunca tereddütte kalırız. Güneşin altın yapraklarını görmeden önümüze düşen hiçbir gölgeye inanmayız. Ekmeğe sürülen tertemiz yağdaki gölge izini takip edecek incelik kaldı mı dünyada? Güneşin alnında apaçık olmak bedel gerektirse bile razıyız. Gölge oyunlarını bizden uzakta oynasın.