Kadim dünyada, tecrübe ve yaşlılık yüceltilirken toyluk ve gençlik sürekli eleştirilir. ‘ Gençlerin hayatın canlılığından çıkaramadıkları hakikati, yaşlılar bir köşe taşının yaralı yüzünden okurlar’ diyen Mevlana, bu anlayışı en açık şekilde ifade eder. Hayatı ve eseri bitmez bir gençlik aşkıyla dolu Mesnevi şairi, içinde bulunduğu hatta bir basamak yukarı yükselttiği geleneksel dünyanın ve onun zihniyet yapısının ruhunu aktarır. Elbette, burada söz konusu olan sayılarla ifade edilen, bedensel gençlik veya yaşlılık değildir. Gençlik de yaşlılık gibi bir yöntem ve hayata karşı tutum alma meselesidir. Eski dünya, sürekliliğini ve yaratma cesaretini, elinde tuttuğunu korumakta ısrar etmesinde değil üzerine oturduğu değerler sistemini yenileyebilme kabiliyetine borçludur. Bu yüzden gelenekte ısrar eder ama gençleşmekten de geri durmaz. Şeyh Galip örneğinde olduğu gibi, yeni olanın klasiği, kendi geleneğini kurma çapıyla güncellenir. (Genc, hazine olduğu gibi yoldur onda) Klasik olanın açık yorum niteliğine bürünmesi de diyebiliriz buna. Klasik olma ideali genç kalmanın özünü de taşır.
Bu yönden bakıldığında, bayramlar, kavramdan çok yaşam pratiğinin öne çıktığı özel günlerdir bizim geleneğimizde. Pratiği teorisinin önüne geçmiştir. Savaş, doğal afet, kitlesel ölüm vb felaketlerin yaşanmadığı ve göreceli de olsa hayat dengesinin sağlandığı dönemlerde, insandan insana ve toplumdan topluma akışın sevgili bir dışavurumu olagelmiştir. Geleneğin süzülmüş değerleri, ipeksi bir yüceltişle niyet ve gayretle hayat olmuştur. Çünkü henüz aile içi dengeler, toplumsal uyuşum, köy hayatı, şehir yaşamı altın oranını korumaktadır. Din saf duyuşun kaynağıdır. Söz, bir destek efekti olarak yaşamanın arkasından gelmektedir. Toplum, bir önceki kuşaktan emanet aldığı değerler dengesini yüksek bir benimseyiş hüznüyle kucaklamaktadır. Yaşama sevinci ile fanilik bilinci kolkola yürümektedir.
Bugün açıkça kabul edilmelidir ki Türkiye toplumu dini bayramlarını klasik dünyada olduğu gibi karşılama ve yaşatma iradesini yitirmiştir. Şehir ve köy dengesinin kayboluşu, kentleşme, modernleşme, günlük yaşama pratikleri, aile içi çözülmeler, kısacası eski dünyanın üzerinde ısrar ettiği öncelikler, gündemden düşmüştür. Alışılmış düzeni yenileme şevki kaybolmuştur toplumun. (Ramazan ayının her şeye rağmen şehirleşmesi yine de kenara not edilmelidir) Çünkü elde eski kalmadığı gibi yeniliğin yerleşme alanları çelişik bir muğlaklığa bürünmüştür. Böylece ortada hayat değil söz dolaşmakta, iklim etkisi kaybolduğu için söylem şiddeti artmaktadır. Ne görece dindar/ muhafazakarlık artışı, ne dönemsel din/ gelenek karşıtlığı ifade edemez olup biteni. Üzerine oturduğumuz toprak ve burada oluşturduğumuz kültürel ontolojiyle irtibatlı ve daha derin bir meseledir bu.
***
Yahya Kemal, yazılarından birinde, Ada’da gittiği bir bayram namazında, yaşlıların kendisine gösterdiği duygu yüklü ilgiyi aktarır. Batıcı, pozitivist algının iktidar olduğu o dönemde, gençlerin din ile kurduğu ilişki ile toplumun bu ilişkinin derecesine verdiği tepkinin niteliği bugünküyle apayrıdır. Dünkü manzara daha çok bireysel tercih ve tepkilere dayanır. Bugün ise bireyi ve toplumu derinden ilgilendiren/ onu aşan, daha kapsayıcı, kaynağında modernizm olan bir dizi sebep sonuç silsilesi söz konusudur. Toplum ve bireyin, bayram özelinde, onu güncelleyip hayat kılma kapasitesi düşmüştür. Dindarlık, islamcılık, geleneksel muhafazakarlık gibi sosyolojik ve yapay refleksler, olanı izah etmekte yetersiz olduğu gibi bu tür grupların bu olguyu hissetme özelliği, kitlesel iktidar kavramının etkisizleştirme pratiğiyle de daha da kemikleşmiştir.
Gelecek on yıllar içinde, pek çok konu ve meselede olduğu gibi dini bayramlar için de bir gençleşme ihtiyacı doğduğu tartışmasızdır. Sözü ve söylemi yüksek ama yaşama inceliği ve ontolojisi oyulmuş bir kavramsallaştırma yaşamasını sürdüremez. Bu kentleşme süreci, bu alt ve üstyapı döngüsü, kendisine özgü bir özgünlük üretemez! Üretmesi gerekir mi? Bu biraz da ne olmak istediğimiz sorusunu içten sorabilme cesaretine bağlı...Yoksa bayramların bir yere gittiği yok. İşte geldiler, geçiyorlar.