İnsanoğlunun en çok peşine düştüğü şeylerin başında geleceği bilmek gelir. Teolojide ‘gayb’ ile çerçevelenmesi bile onun ne denli üst bir konumda durduğunu gösterir. Yine de insanın en zayıf noktasıdır geleceği/gaybı bilememek. Fakat geri durmaz, müneccimlerden, rüyalardan, tesadüflerden, falcılardan medet umar insanoğlu. Değişik yollar bile icat edilir bu çaresizlik karşısında. Zamanda ileri geri yolculuklardan tutun da distopik tasavvurlara değin bir yığın yol hala insanların ilgisini çekiyor. Kişinin dünya ile kurduğu ilişkinin doğasına bağlı olarak da etki gücüne kavuşuyor bu arayışlar. Sadece fertler değil, sosyal gruplar, şirketler, devletler de pozisyon alırlar geleceği bilmek adına. Bir güç ve strateji savaşının ortasında olan sonuçta yine insana olur. Ne ruhen huzura ne ekonomik refaha ne de idealize edilmiş hak ve özgürlüklere kavuşabilir. Sağlık içinde güvenli ve kaliteli yaşama hakkı hala dünyanın her yerinde güçlü ve zenginlerin ayrıcalığı olmayı sürdürür ayrıca.
Neden geleceği bilmek istiyor insanoğlu? Gaybı bilmekle eline ne geçebilir? Bir kere olsun geleceği bildiğinde gerçekten varlığında hiç tecrübe etmediği bir büyük aydınlanma mı yaşayacağını sanıyor?
Geçmişte olmuş olanlar ile görünür gelecekte olacak olanlar onun aklını başına alması için yeterli değil mi? Oysa insan ilkin hem geleceği bilemeyeceğini hem de geleceği bilmeye hakkı olmadığını kabul etmeli. Geleceği bilmemek/ bilememek insanın hayat hakkının değeriyle olduğu kadar özgürlüğüyle ilişkilidir. Çünkü insanı yücelten şey geleceği bilmek değil geleceği düşünmektir. Ancak gelecek hakkında yürütülmüş gerekli ve sağlam akıl yürütmelerle geleceği düşünmüş olur insanoğlu. Böylece gelecek onun için bir fantazya ve ayrıcalık olmaktan çıkar bir yaşama değerine/ sorumluluğuna dönüşür. Bu bakımdan tıpkı geçmiş gibi gelecek de parçalanamaz mucizevi bir bütünlüktür. Oradan koparılacak hiçbir parçanın tek başına bir hükmü yoktur. Zaman kurgusal değil hiçbir vasfa sığmayan özel bir sürektir.
Geleceği bilmek isteği normal koşullarda hangi toprağa hangi ürünü ekeceğine karar vermek kadar doğal ve gerekli bir durum olmalı. Toprağı tanıyan, iklim bilgisinden haberli, tohum nedir bilen ve tecrübeyle hemhal kişi hakkına da razı olur. İhtiyaç, emek ve hayat yaşama neşvesiyle yoğrulup şekillenir böylece.
Toplumlar da geleceklerini düşünürken benzer doğallıkları yaşarlar. Akıl ve tecrübe sahipleri, niyet, bilgi, yönetim ve akıl eşliğinde onu şekillendirirler. Toplumun aklını şaşırtıp rüyalarını kanatmaya girişmezler. Tecrübenin yeşerttiği sağduyu herkesi mayalar. Her türlü güç ve kötülük istencinden soyulmuş kollektif bilincin temsilcisi yöneticiler matifetiyle dünyanın insana dar edilmesinin önüne geçilir. Din ve milliyetçilikten saptırılmış ve gerçeklikten kopuk siyasi fantazyalar geçmişte pek çok toplumun hayatını elinden aldı. Bireylerin en temel insani özgürlükleri kısıtlandı. Kurumlar ve abes fantazyalar din haline getirildi. Fakat yaşam hakikatinin güneşi bu buz kütlelerini adım adım eritip çözdü.
Kim ki gelecek adına cennet tabloları çizer kim ki ayaklarımızın dibindeki su gibi hakikatleri atlayarak bizi mitolojik/mistik sularda gezdirme sözü verir hakkımız olan geleceği düşünmeyi elimizden alıyor demektir. Gelecek onu bilenlerin değil ancak onu hakkıyla düşünenlerin hakkıdır. Zaten tam düşünülebildiğinde geleceği bilmeye gerek kalmaz gelecek hayat olarak aramızda yaşamaya başlar.
İnsana ve topluma bir gelecek ideali sunmak elbette farklı bir meseledir. İnsanlar da toplumlar da geleceğin aydınlık ve güzel olmasını hep isterler. Hatta ölümsüzlük ve onun sırrına erişmek insanın eski ve bitmeyen isteğidir. Ne var ki bugüne kadar ne ölümsüzlüğün sırrına varılabilmiş ne de gelecek bilgisinin anahtarı birilerinin eline geçmiştir. Hayal dünyası kendi yöntemleriyle uğraşadursun günlük hayatın dengesi insanın kendi gerçekliğine bağlanmasıyla doğrudan orantılıdır. Ancak kendi gerçekliklerini açıkça ve saklamadan kabul edenler hayatı ıskalamadan varlıklarını sürdürebilirler. Öteki türlü travmatik ve ikili bir ilişki varlığını sürdürür gider. Konuşulanlarla yaşanılanlar hayallerle gerçekler birleşemediği gibi mevcut maddi ve moral kaynaklar adaletsiz şekilde dağılmaya devam eder.
Geleceği bildiğimizde değil geleceği düşünebildiğimizde insan olmaya başlarız. Bu bizi kendinize ve başkalarına karşı sadece sorumlu kılmakla bırakmaz aldığımız her nefes çiğnediğimiz her lokma bir yaşama erdemi diye yüzümüzde ışıldar.