Geçmiş duygusu...

Ömer Erdem

Bazen geçmiş hiç olmasaydı hiç yaşanmasaydı diye düşünürüz. Bizi bu duyguya sürükleyen bir yığın sebep vardır. Çokça üzülmüşüzdür. İstemeden üzdüklerimiz olmuştur. Anlık patlamalar, ilerisi berisi hesaplanmadan sarfedilmiş sözler. Geç kalışlar. Kalkıp gidişler. Gidemeyişler. Suskunluğun zehirli bir ip misali dudaklarımızı yakıp geçmesi. Yine de bizimdir her yönüyle geçmiş. Hiç yaşanmamış olsaydı diye iç geçirmemiz onu yok saydığımızdan değil aksine daha bir sahiplenmemizdendir. Çoğunlukla da unuturuz zaten geçmişin sevgiden ırak taraflarını. Onları kırk değirmen taşıyla kapatılmış geçitlerde bırakırız. Fakat rüyalar? Birden alınıveren ölüm haberleri? Hiç ummadığınız bir seste can bulan çağrışımlar? İnsanın ölü gömücülüğü, mezarcılığı, balbalcılığı, kabir yazıtçılığı sadece fiziki bir şey mi? Ya insanın bir bahar fikri gibi yenilikçiliği?

Geçmiş çok bileşenli bir dizi sebep sonuç etkisi içinde sadece yaşanıp gider mi? Yoksa biz nicedir yaşanmakta, akmakta olanın içine katılıp onunla sürüklenip gider miyiz? İrademiz nerede durur bu sürüklenişte? Çok korunaklı bir toplum olduğumuz her yönden kollanıp korunduğumuz söylenenez. Tesadüfler, bizim dışımızda yapılmış hesaplar, gizli açık kavgalar, arzular, idealler, çaresizlikler velhasıl iç içe geçmiş sepeplerin içine doğarız. Aile kadar ailesizlik de adeta kaderimizdir. Çoklukla niyetlerimiz sayesinde ayrışırız olup bitenden. Başka yönler, başka yollar ararız. Hiçbir yerin cennet olmadığını anlamamız uzun sürmez. Yeni korunaklar arayıp niyet ve ideallerimizi gözden geçiririz. Fakat insanın bir başına her şeyden kayıtsız hayat sürebileceği zamanlar çoktan kapanmıştır. Gideceğimiz her yerde döneceğimiz her istikamette insanlar ve onların halleri çıkar karşımıza. Dünya insansız buzul çağına döner.

Geçmişi gözden geçirip de bazı şeyler hiç yaşanmasaydı dedirten yine de insanlardır sonuçta. Su kenarları, dağ başları, gölgelikler, sıcağın akıl karıştıran oyunları, yolların tozu, gecenin ve yıldızların şevki, bir daha benzerinin olmayacağını hissettiğiniz gün doğumları hep bir içleniş hatta ürperti olarak kalır içimizde. Ya insan? O öyle mi? Onlar da öyle midirler? Eşyadan, görüntülerden, seslerden, ışıklardan ayrı düşebildiğimiz gibi insandan da ayrı kalabilir miyiz? Bir anlık bakışın kalbimize hançer olup saplanmasını çekip çıkarabilir miyiz? Hayatımızın en zor zamanlarında karşımıza dost nazarıyla oturup da muğlak bazı cümleler kurup muamma söylemiş gibi kalkıp gidişleri ne yaparız? Bütün saflığımıza bürünüp yalnızca o anın mermer çıplaklığıyla içten söylediğimiz bir sözün gün gelip en yakın saydıklarımızın elinde yön levhaları gibi, cellat düğümü gibi sallanması ve oraya buraya çakılmasını görünce ne yaparız?

Hafızasını kaybetmiş birisinin karşısına geçip de birlikte yaşanmış bazı olaylardan ve yapılmış konuşmalardan söz etmenin gereksizliğini acıyla fark ederiz. Çünkü hafıza sırı dökülmüş ayna gibi çözülüp karadığında insan için anlamsızdır. Geçmişten söz etmek hafızanın kuyu kapağını da açmaktır. O kuyu bir kez açıldığında kimin Yusuf’unun nereden çıkacağını kim bilebilir ki? Bununla beraber kimse hafızasız kalmayı pek istemez. Dindirilemeyen aşk acıları, büyük kayıplar, travması bin yıl geçse silinmeyecek ayrıntılar bir yana, geçmiş bize bir çıkış fikri de verir. İbret almak gibi kavramsallaştırmaların dışında hayatımızı daha bir bizim kılmak adına gözden geçirilmesi gereken sayfalardır belki geçmiş duygusuna bakmak.

Bugünkü aklım olsaydı demenin bir anlamı da yoktur çokça geçmişi gözden geçirirken. Akıl her an değişime açık canlı bir olgudur çünkü. Terbiyesi kolay olmayan ata benzer ve nereden atak yapıp koşacağı, hangi menzili hangi yürüyüşle aşacağı dahası nerede yılkıya çıkacağı kestirilemez. Duygular ve düşler kadar idealler ve niyetlerle terbiye edilir o. Tarih denilen canlı bir kalıp vardır ki onun da mayası mutlaka hamuruna karışır. Salt akılla hele şimdiki aklımızla hükme bağlayamayız bu yüzden keşke geçmiş hiç olmasaydı düşüncesini. İnsan sadece bir savaştan yara bere almadan değil bir geniş kırlıkta bir bahar günü onca çiçek, kuş sesi, dal körpesi arasından da çiziklerle, çamur ve terle çıkıp gelir.

Bir sabah birden aynaya bakıp bir bakışımızı yakaladığımızda birden telefonumuza düşen bir ölüm haberinde bir sokaktan geçerken bize göz kırpan köşe kırığında da karşılaşırız geçmiş duygusuyla. İlla resim albümünü, geçmiş defterleri karıştırmak gerekmez. Gelecek arzusu gibi geçmişe dair hislerimiz de canlıdır. Hayatımızdan gelip geçenler, bizi üzüp sevindirenler adına bir şey yapamayız. Geçmiş duygusu kendiliğe ait bir kendin olma hak ve istencine dönüştüğünde yaşama enerjisi de verir. Keşkeyle oyalanacak denli uzun ve sonsuz değildir yaşama güzelliği. Bazen kendimizi ‘keşke geçmiş hiç olmasaydı’ diye mırıldanırken yakalıyorsak bu hayatta olduğumuzun göstergesidir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.