Evet, evet muhakkak ki şiirin ezeli uyuşmazlığı kurucu özelliğinden gelir. Yeryüzünde her an dağılıp kaybolma potansiyeli taşıyan insana ontolojik bir sürekli kurulma imkanı sunar şiir. Dile dayalı estetik bir bilme ve bildirme yöntemidir. Toplum ve insan her dağılışında şiirle yeniden kurulur. Dante, İtalya’yı nasıl kurarsa Yunus Emre de Ortaçağ bozgunundan bizi şiirle çıkarır. İnsanın sönmeyen özgürlük güneşi saymalı şiiri. O güneşi ve onun ışığını sahiplenmek, boyunduruk altına almak, vasatın toprağında yürütmek için de her tür yola başvurulur dünden bugüne. İstenir ki hayatın diğer unsurları gibi şiir de yola gelsin, bir gücün hizmetine girsin, onun yaratıcısı şair, diğer toplumsal aktörler gibi sıraya dizilsin. Kim dizmek ister şairi de sıraya? İktidar, güç odağı diyelim ama her tür gücün her yönden organize hali saydığımız devleti anmadan geçmeyelim.
Devlet, doğası gereği, elinin altındakileri hizaya sokma, düzeni sağlama maksadı güder. İdeal vasfı adalet olduğu halde bunu tam gerçekleştirmesi mümkün olmayan devlet, bu zaafını saklamak için değişik aparatlar, aktörler, yöntemler kullanır. Kendisini ve temsilcilerini kutsamaktan başlayarak bir dizi manevi haleler edinir. Bu haleler karşısında her zaman büyülenecek insanlar bulunur. En güçlü ve kalıcı dayanak ise sanat ve düşünceden gelir ve büyük devlet bunu bilir.
Şiir, doğduğu yerden düşünceyi de beslerken güç ile yaşadığı ezeli uyuşmazlık için teyakkuzdadır. Dilin tarafında sürekli mayalanır bu uyuşmazlık. Dil çekinik ve saf özgürlüğünü kendisi kaldıkça yaşatabilir. Güç( devlet) ise şaire, imkan sunmak ile yok saymak arasında sürekli gider gelir. Çünkü devlet de bir dil olmak dile dönüşmek derdindedir. Kabul görmektir bu dilin özü. Şiirinki ise red. Her tür güç öbeklenişini red.
Güce, devlete, erke bitişik, red makamında durmayan hiç bir şair var olamamıştır geçmişte. Ancak erk, onun kimi üstün vasıflı yöneticileri, şiir iklimine dahil olabildikçe nisbeten bir insani yakınlık içinde olabilmişlerdir. ( Ama bu yakınlık çabası Muhibbi mahlaslı birini iktidar(devlet) uğruna kırklık oğlunu boğdurmaktan geri tutamamıştır yine de. Devletin üleşenleri susarken sadece şair konuşmuştur. ) Bu yakınlık şiir için tehlikelidir. İlk fırsatta konuşanın (şairin) boynunu vurdurtmak bizde bir kötülük geleneğidir ve bugün sadece yöntemleri değişmiştir. Devlet eliyle folklor şairlerini yüceltmekten tutun hapse atmaya, hayatsız bırakmaya, vatandaşlıktan çıkarmaya değin bir yığın kement dönüp durur her an havada.
Çoğunlukla ve bilerek şiirin uyuşmazlığını şairin şahsi kişiliği ile birleştirmek gibi bir huyu var ayrıca devlet aklının. Şiirin uyuşmazlık vasfı bir refleks değil aksine insan için bir sağlama alma özelliğidir. Şiirle tartılır en yüce değerler sonunda. Saf ve mülkiyetsiz olan odur. Şiir şairin bile mülkü değildir. Fakat onu mülk edinme düşüncesi hiç bitmez. Cumhuriyet çağı boyunca, gücü elinde tutanın seçimine göre, niteliğe ve estetik değerlere aldırmadan bir şair ve şiir işaretlemesinin sürdüğüne şahitlik ederiz. Devletle özdeş, bağdaş, ortak ve çokça devletin kendisi olarak şiire yönelmiş/ yön vermeye yeltenmiş tasarrufları görürüz.
Bir iki on yıldır devletin yine farklı organ ve aparatları kullanarak aynı bitmez geleneğini işlettiğine şahitlik ediyoruz. Modern şiirimiz her şeye rağmen ve özellikle devlete rağmen özgün/ özgür şairlerin fedakarlıklarıyla kuruldu. Çünkü hayat ve insan yeniden kuruluyordu. Şiir bir misyonla değil kendi doğasının yürüyüşü ile yaptı bunu. Yoksun ve yoksul şairler, dil yoluyla insanı yeniden tanımladılar. Devletin vatandaş diye vasıflandırdığı insanı, birey olarak gördüler. Bugün hepimizin tutunduğu bu kuruluş onların eserleridir. O eserlere layıkıyla nüfuz edilebildiğini söyleyemem. Ancak bir değerin yerli yerinde durması ortak gücüdür toplumun.
Bununla birlikte ince bir strateji ile devletin/ iktidarın bir vesileyle hep devreye girdiğini, geçmişte olduğu gibi bugün de şiiri kendi rengine çekmek için farklı yollara saptığını gözlemliyoruz. Bu yola çoktan sevdalı olanları bir kalemde geçiyorum. Ama şairlik vasfını bütün bunların dışında kazanmış her tür ağır yok sayma ve kötülüğe uğramış şairlerin bugünkü aparatlar karşısında dimdik duramayışlarına hayret ediyorum. Sanki bitmeyen kara geleneğin ruhu yerinden oynamış da onun yerine apaydınlık bir ışık oturmuş gibi ünvanlar, ödüller, taltifler kabul ediliyor, bir bayram curcunası ortalığı dolduruyor. Şiir ve şair lanetli bir lokma gibi kenarda dururken resimler çekiliyor. Kötülük her yerde yükseliyor.
İsmi ister üniversite olsun ister başka bir kurum, devlet karakteriyle şaire el uzatamaz. O el doğası gereği şiirin uyuşmazlığını gölgeler. Estetik ve yüksek değer söz konusu olmadığı gibi bu yolla hizaya çekilmek istenenin ne olduğunu görmemek için kör olmak gerekmez. Ece Ayhan’ın dediği gibi, birer kaşık gibi iç içe oturmaz devlet ve şair. Reddetmek erdemdir. Tarih işler. Kayıt altına alır. Erk değişir bizde gelenek değişmez.