Julio Cortazar’ın Edebiyat Dersleri’ni okuyorum. ( Everest Yay. Çev: Süleyman Doğru.) Seksek yazarı 1980’de Berkeley’de bir dizi konuşma yapmış. Yazar olmaktan, yazarlığın geçtiği yollardan ve roman ile öykü arasındaki ayrımdan söz açmış. Gerçeklik ve edebiyat, mizah, müzikalite, erotizm, kader, zaman gibi konularda görüşlerini açıklamış. Öğrencilerin sorularıyla da geliştirip derinleştirmiş konuşmalarını. Kendi yazarlık sürecini estetik, metafizik ve tarihsel olarak üç temel geçişle tanımlamış. Bireysel olandan, duyarlığı yazı olarak tarihe ekleme hamlesi diye yorumlanabilecek bu görüşlerin bizi de ilgilendiren yanları var. Türk edebiyatının kemiğinde her zaman can bulmuş iliği, şimdilerde benim ‘en’leşme dediğim çabalarla, sıradan kitlesel- politiğin seviyesine indirilmeye çalışılıyor. Cortazar’ın söylediklerinden bir şey anlamak isteyen olur mu bilmiyorum. Fakat kesin bir dille söylenmelidir ki edebiyat sonuçta bir düşünmedir. Tarih içinde oluş yöntemlerinden birisidir bireyin ve toplumun.
Julia Cortozar’ı okudukça - ki her okumada olur böyle zihinsel çağrışımlar- niçin hızla bir enler cumhuriyeti ( muz geliyor insanın aklına ama neyse) olmaya hızla koştuğumuzu da düşündüm. Eski Türkçe eng, ang’dan gelen bu en kelimesi, ilkin bana Tolstoy’un yazdığı Hz. İsa’nın hayatı kitabındaki bir cümleyi hatırlattı. Bir kere ‘en’leşme başladığında o büyük kopuş başlamakta, özne, olgu, oluş başkaları tarafından kuşatılmaktadır. Öznenin kuşatılmışlığı anlamın da kuşatılıp kurutulmasıdır. En diye işaret edilen, kendi dışına çıkarılmış ve kendi dışındakiler tarafından başkalaştırılmış olandır. Şöyle yazıyor kitapta Tolstoy: ‘Hz. İsa gün geçip de etrafında onu dinleyenler çoğaldığında ailesi onu görmeye gittiler. Ama onunla görüşemediler.’ Çünkü o, başkalarının en’i olarak kendi aslından uzak düşmüştür. Bir toplum da ‘en’leştirmeler yoluyla asıl değerden uzaklaştırılır.
Bu bağlamda, Cortazar’ın yazarlığı estetik ve metafizik sürecin devamında tarihsel olana vardırması, bu enleşmenin özüne bakışıyla da ilgilidir. Tarihsel bakış enleşmeye karşıdır. Kişiselleştirip kutsamalara set çeker. Eleştirel akıl ancak tarihsel olanın içinde bir yöntem edinebilir. Estetik alan ile metafizik alan nisbeten bireyseldir ama tarihsel olan dil ve toplumla iç içe geçip genel karakter demektir. Bireysel psikolojiden arketip veya mite geçebilmek için edebiyat gerekir. Cortazar, Güney Amerika edebiyatını da bu tarihsel olanın içine yerleştirir. Çünkü tarihsel olan bireyi kurnazlıklarından çıkarır, yüksek evrenselliğin terazisinde tartar. Bugünün Türk edebiyatının da her tür yalaka/ yalama ‘en’leştirme kurnazlıklarının ötesinde, kendisini tarihsel olanın içinde tanımlaması gerekir. Öteki türlü kendi duygusal şarklılığı içinde saz ve söz meclisinin çerezi olmaktan kurtulamaz.
Öte yandan sormak gerekir niçin bu ‘en’leştirme hastalığı sürüp gitmektedir bizde? İşin kolayına kaçış bir yana, yüceltme ve orada yok etme alışkanlığının köküne yine edebiyatla bakmakta yarar var. Ayna aynayla kıyas edilir. Su suyla. Bizdeki iki yüzlü tarihsel oportünizm dinecek gibi değil. Ancak edebiyatı kült olarak nerede tutacağımız önemli. Şöyle diyor Cortazar: ‘edebiyat kültünden bizzat edebiyat vasıtasıyla insani yazgıyı sorgulama enstrümanı olarak edebiyat kültüne ve sonra da kendi ülkelerimizde her birimizi ilgilendiren tarihsel süreçlere iştirak etmenin birçok biçiminden biri olarak edebiyata geçmek…’ Devamında yine benim enleşme dediğim durumu başka bir cümleyle açıklıyor Cortazar; ‘popüler ya da halk dalkavuğu olmaya çalışan bir edebiyat.’ Enleşme özet olarak budur.
Bir toplumun sosyo- politik zihin düzeyi ile günlük yaşama pratiği ancak edebiyatın süzgecinde kristalize edilebilir. En çok satan yazar, en ünlü yazar, en büyük yönetmen, en zengin adam, en yüksek bina, en bulunmaz lider. Ne kadar çok en varsa o denli fakirliktir aslında söz konusu olan. Ve hele sosyo-politiğin yanaşmasına dönüşen/dönüştürülen yazar, edebiyat, dünyanın hiçbir yerinde özgün ve kalıcı bir değer üretemez bu çemberde. Hemen her alanda ‘enleşme’lerin cirit attığı bir toplum aslında yaratıcı eleştirelliğini yitirmiş demektir. Bu duruma da edebiyattan/ yazardan başka el atacak bir değer yok. Güney Amerikalı yazarlar, Cortazar, L’losa, Marquez, Borges vs bunu başardıkları için evrenseller. Ama bu onların Güney Amerikalı olmalarının ve o kimlikle yaşamaların önünde engel de değil.