1999 Marmara Depremi’ni yaşayanlar için son yaşadığımız iki deprem erken uyarı sayılır. Tabiatta ilkin küçük hadiseler gerçekleşir. Kış birden bire gelmez mesela, yaz sıcakları da ansızın ortalığı kasıp kavurmaz. Doğanın kendi içinde işleyen kanunları kendi dengesini kurmak ve döngüsünü gerçekleştirmek için hareket edip durur. İnsanoğlu gözlem, tecrübe ve bilgilenme yoluyla doğanın bu döngüsünü çözmeye, varsa yapacağı bir şey, alacağı tedbir ona göre davranmayı öğrenir. İnsanlığın gelişmesi bir bakıma tabiatın gücüyle insanın bu güç karşısında kendisini korumaya almasına da bağlıdır. Tabiat zorlar, insan düşünür. Akıl eder, tedbir alır. Korku ve panik bir refleks olarak anlamlıdır ama bunun bilgi değil hurafe üretmesi bağışlanamaz.
Tarihten bu yana yaşanan depremler konusunda elde hayli bilgi var ve bu bilgiler bizim nasıl hareket etmemiz gerektiğinin de anahtarı durumunda. Anadolu kıtası bir deprem yatağı ve bunca kültür ve medeniyet verimi deprem ile oluşan yenilenme döngüsüyle yakından ilgili. Pek çok uygarlık yanında, şehirler, sanat eserleri toprağa karışmış durumda. Bir bakıma bir mimar olduğu kadar savaşçı gibi de çalışmış hep tabiat. Hatta deprem, Anadolu coğrafyasında yaşayan halkların kültürel seviyesini de belirlemiş. Depremin bir seviyesi var hep burada. Ve bu seviye hep yüksek. Onu yenip başedememiş olsa bile ne yapıp ne yapmayacağının anahtarını veriyor deprem insana.
Son yaşadığımız Marmara ve Düzce büyük depremlerinde açığa çıktı ki biz toplum olarak deprem seviyemizin farkında değiliz. Ne devlet aklı ne de toplum aklı bunun yeterince farkında değilmiş. O sebepten tarım alanları (Adapazarı tipik örnek) plansız şehirleşmeye açılmış, verimli topraklara otoyollar dizilmiş, tarihi şehirler plansız göç ve şehirleşmenin paralelinde sanki hiç deprem olmayacakmış gibi derme çatma binalarla çevrildikçe çevrilmiş. Tabiatın dili bilim insanları tarafından da çok gecikmeden çözülmüş oysa. Aykut Barka’nın Kuzey Anadolu Fay Hattına dair keşifleri birer ibret vesikası olduğu halde, toplumsal şuurun ve devlet aklının uyuması, deprem seviyesine yükselemeyişimizin tipik ifadesi.
Akla hayale gelmedik yollara saparak deprem öncesi ve sonrasında bir toplum gibi değil bir atışma kabilesi gibi davranmak, içine gömüldüğümüz şuursuzluğun acınası manzarası . Geçtiğimiz günlerdeki son iki depremde de kendisini gösterdi bu manzara. Deprem şöyle olacak böyle olacak, şurada olacak burada olmayacak, şu binalar yıkılacak şu binalar yıkılmayacak, şu sayıda can gidecek şu miktar mal telef olacak, şu hoca öyle dedi şu veli böyle buyurdu, bakan açıkladı, vali yalanladı, müdürler konuştu, televizyonlar söyledi, minareler yıkıldı deniz köpürdü, şu bölgedeki arsa fiyatları düştü falan semt değer kazandı, telefonlar çalışmadı internet ayakta kaldı…Cadı kazanı ile curcuna, ahmaklık kazanı ile fırsatçılık panayırı, efsane ile fesat tellallığı, hasılı deprem seviyesinden uzakta, bilinçsiz, düzensiz, akıl dışı bir akım, akış. Altüst oluş. Şuurun dumura uğraması.
Durum çok net. Büyük bir deprem bizi bekliyor ve başta binalarımız olmak üzere şehrimizin mevcut yapısı bu yıkımı karşılayabilecek güçte değil. İnsanlarımız bilinçsiz, yeterince bilgili değil, devletin kurumları hazırlıksız. Medya kuruluşları ne yapacağını bilmiyor. Her konuda olabilecek bilimsel görüş farklarını sanki başka bir ihtimal varmış, deprem olmayacakmış gibi günlük hesaplarla dolayıma sokma derdinde. Bir toplumu, bu kadar açıklık içinde bu kadar karanlığa ve karmaşaya sürüklemek haksızlıktır. Gerçek ne ise o bir bir anlatılmalı, herkes üzerine ne düşerse onu yapmanın bir an önce bilgi ve donanımını kazanmalıdır. Deprem başka bir toplumun konusuymuşçasına, içerde ama bizim değilmiş gibi davranmak…Deprem seviyesinin altına düşmek bu olmalı. Deprem üstümüzde demoklesin kılıcı gibi sallanır, indi inecek bir giyotin gibi parlarken üstelik.