1950’den beri bina ile kurduğumuz ilişkinin doğası, Anadolu coğrafyasında en az bin yıllık yaşadığımız maceradan kopuktur. Temelinde toprakla kurulan ontolojik ilişki var bu kopuşun. Tarım toplumu olmanın dinamikleri değişmeye başlamış şehirli olmaya ise hazırlıksız yakalanmıştır ülke. Çadır, oba, ev, konak, köşk, yalı her biri teknik, ekonomik, sosyolojik, hiyerarşik ve estetik bir dizi süreçleri içerir. Tecrübe, ihtiyaç, yaşama biçimi, medeniyet anlayışı iç içe geçer bu süreçlerde. Anadolu’nun her bölgesi yerel malzeme kadar iklime, yetmedi önceki kültür birikimine dayanır ev kurarken. Savaş, yangın, sel, deprem gibi yıkıcı sepepler ise mevcudu gözden geçirme fırsatı verir. Bir bakıma evin kutsallığı korunurken değişim sürekli canlı kalır. Ölümüne değildir hiç bir sivil yapı. Hayatınadır. Yaşamaya doğrudur. Toprağın süreği gibidir. Topraktan gelip toprağa sessizce gideceğine inanan insanların sessiz kuruluşudur her bina. Bir kerpiç duvarın hüznü bin yıl derinden gelir. Betonun soğuk, ölüm yüzlü suskunluğundan uzaktır.
1950’den sonra, özellikle 1970’lerden itibaren köyden kente göç olgusu toprakla kurulan arkaik ilişkiyi temelden sarsar. Büyük şehirler çevreden kuşatılır. Marmara bölgesi büyük plansızlığın ve öngörüsüzlüğün kurbanı olur. Tek parti döneminin toplumda yarattığı iç gerilim çok partili hayata geçişle beraber kontrolsüz bir salgına( hatta saldırıya) dönüşür. Başını kara gözlüklü Menderes’in çektiği sağ-pop politikacı türü ( İstanbul’un yıkımı sırasında o gözlükle çekilmiş bolca fotoğraf vardır dönemin gazetelerinde) Demirel gibi oportünist, Özal ve sonrasılar gibi idealizmden uzak ilginç tipolojiler üretir. İnşaatı gelişmenin motoru ve ekonominin vazgeçilmezi gören sağ-pop politikacı tipi, zamanla muhafazakar, en hibrit haliyle islamo- şoven renge bile bürünen zihniyetiyle, halk konvoyuyla el ele vererek inanılmaz inşaat hamlelerine girişir. Doğrudur, inşaatçılık para akışını sağlarken insanı önceleyen akıl, düşünce, kültür, sanat ve estetik gibi asıl kavramların temeline kibrit suyu döker. Halk böyle istiyor teolojisi sarsılmaz imanla sahiplenilir. Şehirler tabiatlarından sıyırılır. İnşaat ve ev teolojisi tamamen maddi bir anlama evrilir. Apartman ( kelimenin aslı bile yabancıdır) yeni hayatın muğlak fakat çekici bir nesnesidir. Bir bina yöntemi olarak ruha saldırır. Sosyolojiyi sivilce gibi kabartır.
Hız ve ihtiyaçlar özellikle son otuz yılda bir inşaat histerisi yarattı Türkiye’de bütün Anadolu şehirleri dahil. İnsanı kenara itip maddiyatı ( her anlamda) parlatan bu ana akım edebiyat ve sanatın onca öngörüsüne rağmen hiçbir düşünsel uyarıyı hesaba katmadığı gibi 1999 depreminden sonra öne çıkan deprem uzmanlarının sözlerine de inatla sırt çevirdi. Son yaşadığımız felaketin çerçevesini ise akıl almaz bir şekilde inşaat söylemi üzerine oturtuyor sürek paradigma. Yıkma ve yapma mekanik ve parasal bir eylem olarak insanın asıl sorusunu elinden alıyor. Bu politik hokus pokusçuluk yine çaresizlik gibi güncel bir psikolojinin zeminine oturuyor. Oysa sormak gerekiyor, bir depremde sadece binalar mı çöker? Çöken binayı kurmak için gösterilen hız ve kaynak sebepler ve sonuçlar için de takınılamaz mı?
O yıkılan evlerdeki rüyalar, aşklar, hatıralar, sevgi sözleri, kitaplar, sanat eserleri, değerli tablolar, tutulan günlükler, fotoğraf albümleri, video arşivleri, mektuplar, nereye kaybolur? Mesela çok özel bir dikkatle kitaplar toplanılıp özel bir kütüphane kurulamaz mı? Binalar yeniden tasarlanırken toplumun ortak hafızası olan yaşama izlerini korumak için inşaat biçimi ve kalitesinden öte düşünülen bir şey var mı? Moğol akınlarından beri üzerinde yaratılan pek çok değerli izin kazındığı Anadolu yine yoksulluğun yurdu olma ‘kaderi’ne mi terk edilecek?
Mevcut zihniyetin devamıyla atılacak her adımın ve temeli atılacak her inşaatın elli yıl sonra tıpkı şimdiki gibi sonuçları mı olacak? Yıkılan yapılır mantığı materyalist bir algının politik eyleme binmiş parasal organizasyonu diye yorumlanmaz mı tarih tarafından? Deprem sadece binaları mı yıktı gerçekten? Ve Anadolu bir toprak ülkesi mi yoksa inşaat şantiyesi mi olacak sürekli?