Alim Kahraman’ın Kitaplık Dergisi’nin Ocak-Şubat 2019 tarihli 201. sayısında bir anı-öyküsü yayınlandı. Öncelikle yaşı ellinin üzerindeki okurları ilgilendiren, dayıdan halaya, amcadan teyzeye kadar umulmadık ama güzel çağrışımlar yapan bir yazı. Alim Kahraman’ın kimin yediği belli olsun diye karpuz kabuklarına yazı yazan Niyazi dayısı gibi herkesin unutulmaz bir dayısı olmuştur. Hayatı kuran, biraz olsun alışılmışı yolundan çıkarıp renklendiren böylesi insanlardır. Benim dayım, ‘Beğişin Mustafa’, r harflerini söyleyemez ve Fransızlara özgü bir telaffuzla bana ‘Ömeğ’ derdi mesela. Kendisini büyük bir tüccar görmek hayaliyle ömrünü öğütmüş ve girdiği her ticari işten zararla çıkmış bu adamdan şüphesiz unutulmaz anılar kaldı bende. Bazısını hatırladıkça acı acı, bazısını hatırladıkça göbeğim çatlarcasına gülüyorum.
Zihin bir sürekli yıkım olduğu kadar bir bitmez yapım ve tamir eylemi içinde olduğundan dolayı, çocukluğun o ele geçmez devrinde beri yapılıp duruyoruz. İnsan sonunda anılardan oluşuyor. Yaşantı olmayınca da ne anı kalıyor geride ne insan. Dayı, hala, amca, teyze biraz da insan kurma sanatı gibi geliyor bana.
Bu sebepten bir vesileyle kendimi yokladığımda onlardan birisiyle buluşuyorum. Amcam mesela, ‘Yanali’nin Hasan’ ince uzun boylu, zarif, yaman adamdı. Futbol, kültür ve giyinme düşkünüydü. Yazık ki onu on dört yaşıma kadar tanıyabildim ama çocukluğuma ait pek çok değerde kazınmaz izi var. Buna genç yaşta ölümü de dahil. İki halamdan yaşça küçük olanından da hatırı sayılır anılarım var. Birlikte bir mahkemeye şahit olarak yazdırılma hikayemiz var ki, ömür boyu anlatmaya değer. Bunlar, biraz da aynı evde, aynı ortamda yaşayıp büyümenin sonuçları. Teyzemi de hatırlıyorum ama o, kasabamızın uzak bir mahallesinde yaşadığı için biraz mesafeyle çevrili. Yine de Rusların yaptığı Seydişehir Alüminyum Fabrikasında işçi olarak çalışan teknoloji düşkünü eşi ‘Molla’yı bir sinema filmi karakterine yakıştıracak kadar iyi biliyorum. Teyzem geride, biraz kocasının arkasında silik kalıyor. Molla, umulmadık zamanda, umulmadık bir sesle güncellik kazanıp ete kemiğe bürünüyor.
***
Bunları söylemem sebepsiz değil. Alim Kahraman’ın öyküsünü okurken, bugünkü çocukları düşündüm ister istemez. Anne ve babadan bile gün boyu ayrı kalmak, nineden dededen nasibini alamamak bir yana, dayı, hala, amca ve teyzesiz büyüyorlar. Herkes meşgul, herkesin oturduğu kent, semt ayrı, meşrep farklı. Unutulmaz bir dayı, amca, hala ve teyzeye sahip olma şansları gittikçe azalıyor. Aynı durum yetişkinler için de geçerli. Onlar da isteseler bile yeterince teyze olamıyorlar. Dayı olmak sadece bir tanım. Ses, soru, koku, sarılma, eğlenme, sürpriz yok.
Yeni hayat herkesi birbirinden koparıp anısızlaştırıyor. Onun yerini sanal kahramanlar, plastik zevkler, insansız yaşantılar alıyor. Ne çocuğun bireyselleşmesine ne de sosyalleşmesine imkan veriyor. Herkes birbirine duygu ve hayat dışında biyoloji, hukuk ve menfaat bağlarıyla bağlanıyor, yada uzaklaşıyor.
Yazarlarımız bu sebepten de dayı, hala, amca ve teyzelerini yazmalılar. Bu duygu ve hayat türünün kaybolup gitmesinin önüne geçmeliler. Babanın ve annenin bir yarısı olarak kabul edilen bu varlıklar şimdi neredeler? Elbette kimseden Abdülhak Şinasi Hisar’ın Çamlıcadaki Eniştemiz benzeri eserler beklemiyoruz. Ama öyküde, romanda, hatırat ve denemede daha çok görülmeli onlar. Daha çok iyiliğin sigortası gibi olan bu varlıklar gün yüzüne çıkmalılar.
Bugün de çoğumuz birilerinin dayısı, halası, amcası ve teyzesiyiz. Ama dönüp baktığımızda gelecekte onların hafızalarında, kişilik oluşumlarında ne derece rol sahibi olabileceğiz? Bunları da düşündüm, Alim Kahraman’ın kendisi bir sıhhiye olmasına rağmen iğneden çok korkan Niyazi dayısının unutulmaz öyküsünü okurken.