Türkçenin en sevdiğim kitaplarından birisidir ‘Bunalımdan Yaşama Kültürü’. Nermi Uygur, diğer eserlerinin derinliği yanında eşsiz üslubunu da sergiler bu kitabında. Bunalımdan Yaşama Kültürü, yazı dünyamızda azlıkla üzerine gidilmiş bir konuyu, hastalık ve hastaneye yönelir. Bizde sinema dahil pek çok sanat alanında bir yokluk ve felaket (9. Hariciye Koğuşu’nda ilk kez belki farklılaşır) alanına dönüşür hastalık ve hastane. Doktor bir kere ‘ameliyat’ demişse hele, müzik iyice yükselir, gök paldır küldür yıkılır. Hastalık bir bunalım ise eğer, oradan da bir yaşama kültürü çıkabilmesi için ‘dile dökülmesi’ gerekir. Yazarın işlevi/ işi, yaşanılanı dile dökmek, şahsi olanı genel kılmaktır. Felsefeci ile öykücü de sonuçta dile bağlıdır, hem orada var olur hem de oradan var eder.
Murat Yalçın’ın son kitabı Dayı Parçası’nı okurken hatırladım Nermi Uygur’u. Doğuş noktaları farklı, saptıkları yollar ayrı bile olsa, sonunda ikisi de bizi hasta ve hastaneye, oradan da topluma bağlıyor. Nermi Uygur, belki şahsi yaşantısında dönerken, Murat Yalçın kurgunun imkanlarıyla yol alıyor. Türkiye toplumunun yaşam pratikleri yanında zihniyet dünyasının hemen her örneğini bu çevreden ironik bir dille bize sunuyor. Bir anlatı ustası olan Yalçın, keskin mizahı kadar insan psikolojisini açığa çıkaracağı anları iyi biliyor. Bu bağlamda, bir hastaneden sokağa taşan insanlar kadar, sokaktan bir hastane odasına sığan/ sıkışan hayatı da görüyoruz.
Hikayeleri bize anlatan kişi, okuyup yazmış entelektüel bir adamdır, bir süredir hastanede yatan dayısı Kocamustaapaşalı ( merhaba Yahya Kemal) Cemilbey’i ziyaret etmektedir. Her bir ziyarette, hem Cemilbey’in dünyasının ayrıntıları, hem hastane ortamı ve onu kuran çarpaşık alemi hem de ülkeyi gözlemleriz. Televizyon haberlerinden günlük dedikodulara, tuvalet kuyruklarından esnaf atışmalarına kadar her ayrıntı iç içe örülür kitap boyunca. Ayrıca, Murat Yalçın, yeri geldiğinde, folkloru, deyimleri, atasözleri ve tekerlemeleri, dedikodu jargonunu kullanmaktan, alt dile göz kırpıp, böylece gerçekçi bir atmosfer oluşturmaktan geri kalmaz.
Kırk yaşını artık devirmiş akademisyen yeğen aracılığıyla, İstanbul’un bu kırk yıllık fiziki değişimini de izliyoruz. Geçmişe dönüş efektleri, bugünün görüntüleriyle (Suriye sınırının başlaması, Zeytin Dalı Harekatı, Diriliş Partisi tabelası mesela) harmanlanır. ‘Ölümün kişiyi bir masala çevirmesi nasıl oluyor, iyiden iyiye görüp yaşadım’ diye düşünse anlatıcı,, aslında kendi masalını, çocukluğunun masalını yaşıyordur. Dile gelen şey, bir dayının arkasına saklanmış bir baba yüzüdür dipten. Çocuk, dayıya doğru gittikçe babanın boşluğu büyür. Bunca şeyin, günlük hayatın sıradanlığından sıyrılıp psikolojik ve felsefi bir derinlik kazanmasının sebebi de budur öte yandan. Fakat bunu, sonu sürprizle biten bir film mantığı ile işletmiyor yazar. Müphemiyetin aralığından ustaca sezdiriyor.
Bir geniş aile öyküsü yanında taşranın kente tutunma serüveni diye de yorumlayabiliriz Dayı Parçası’nı. Geleneksel aile değerlerinin büyük değişim içinde sadece uyumunu değil şaşırtıcı etkileme gücüne de şahit oluruz. Yazarın sosyolojik gözü bu ayrıntıları es geçmez. Ayrıca, okumuş yazmış aydın tipiyle aile arasında yapay bir gerilim de üretmez. Olanı kendi doğallığında anlatır. Hatta, böyle bir derdi olmasa da entelektüel kişinin bir yüzünü, bu kök aydınlatır.
‘Gençliğinde memleket meseleleriyle yıpranmış sonra da ...yasaklara, buyruklara uya uya huzur denilen sebepsiz gönül rahatlığına sığınmış Cemilbey’in hastane ve ölüm süreci, bir toplum ve zihniyet fonudur aslında. Yer yer Sait Faik’in insanlarını hatırlatan geçişlerle, Kadırga, Fatih, Haseki, Beyazıt arasında gider geliriz. Hastane ve ölüm, insana açılan sürekli kirli pencerelerdir hep. ‘Toprağa sarılmış bir dayının ardından kağıda sarılmış bir yeğenin’ öyküsü, bir dayıya sarılmış, saklı bir babanın da dipli öyküsü bu.
*Dayı Parçası. Murat Yalçın. Can Yayınları. Ocak 2020