Cumhuriyetimizin artık 101’inci yılı içindeyiz. Geride kalan bir asırlık süreyi herkes kendi meşrebince gözden geçirecektir. İlk elde en yüz ağartıcı ilerleyişin edebiyatta yaşandığını söylemek abartı sayılmaz. Demokrasi başta olmak üzere, eğitim, sağlık, hukuk, ekonomi, şehircilik gibi pek çok alanda kör topal yol aldığımızı ve bu alanlara sıkışan problemleri ise hiç hak etmediğimizi özellikle belirtmek gerekiyor. Geçen yüz yıllık süreçte ödenen onca bedellere rağmen demokrasinin ve demokratik değerlerin hala tartışılıyor olmasının ayıbını kimse örtemez. Demokrasi bir şekiller göstergesi değil tam manasıyla bir zihniyet meselesidir ve geçmiş yüzyıldan yeni yüzyıla sarkan en çetin konuların başında o gelir. Çünkü demokratik değerlerin benimsenmişliğiyle ekonomi, hukuk, eğitim, hatta kentleşme ve tabii ki pek çok paralel konunun kopmaz bağlantısı vardır.
Her ülkenin kendisine has sosyo- kültürel hatta tarihi karakteristikler taşıması demokrasiyi daraltma nedeni değil tam aksine zenginleştirme sebebi görülmelidir. Ne var ki Cumhuriyet gibi demokrasinin de yukarıdan aşağıya doğru yapılandırıldığı hatırlandığında, gelecekte de asıl kritik eşiğin burası olacağı açıktır. Demokrasi bir grup karar vericinin malı olamaz. Halkın katman katman katılım, onay ve istekleriyle kurumsallaşabileceği bir iklim sistemidir. Bu kurumsallaşmayı yürütüp yaşatacak aktörler, tek tek fertlerden başlayıp sosyal gruplara, siyasal partilere, sendikalara, üniversiteler ve aydınlara kadar nice bileşendir. Demokrasi sadece bürokrasi veya siyasal partilere bırakılamaz. Bir toplumun tarih içinde kendisini özgürce ve düzgünce nasıl hayata koyacağı ile yakından ilgilidir demokrasi.
Demokrasi üzerine geliştirilen yeni teoriler ve araştırmalar göstermektedir ki demokrasilerin niteliği ile ekonomik kalkınmışlık, hukuk düzeni, eğitim, sağlık, kentleşme gibi konularda da mesafe almak mümkün olmaktadır. Ekonomi salt bir rakamlar göstergesi olmayıp ülkenin kaynaklarını hangi çağdaş yöntemlerle ve nasıl kullanacağıyla bağlantılıdır. Çağdaş ekonomilerle dış dünya ile kalıcı ve etkili ilişki kurmanın yolu içeride sağlam bir hukuk düzeni kurmakla yakından ilişkilidir. Öteki türlü dünyadaki yüzer gezer paranın vur kaç taktiklerinden kurtulmak mümkün olmamaktadır. Öte yandan Türkiye’nin ekonomik anlamda yüksek büyüme gösterdiği dönemler demokrasi ile kurduğu irtibatın görece seviye kazandığı dönemlerdir. Üniversitelerimizin yükselebilmesi, rekabetçi olduğu kadar ülkenin yaşam pratiğine dair bilgi üretebilmesi, bürokratik yapısından ve niteliksiz yaygınlaşmasından vazgeçmesiyle mümkün olacağı açıktır.
Yüz yıllık Cumhuriyet’in yüz akı edebiyatın, Cumhuriyeti temsil eder görünen devlet yürütme yöntemine karşı ilerlemiş olması ise önemli bir sorudur. Bütün dünyadaki modern edebiyatlar özgür yazar ve şairler eliyle yol almıştır. Devletin, Dreyfus Davası’nda görüldüğü gibi, son erekte edebiyatın ve yazarın kritik vasfı karşısında kendi hizasına çekilip çekilmeyeceğidir asıl mesele. Bu bir yüz yılda nice yazı adamının başına devlet bir şekilde ekşimiştir. Dergi kapatmanın, kitap toplatmanın arkası kesilmemiştir. Şu veya bu gerekçeyle şu veya bu zamanda şöyle veya böyle yöntemlerle devlet yazarların karşısına dikilmiş, yıldırmak için elinden geleni arkasına koymamıştır. Ayrıca, devletin sınırsız imkanlarını adaletsiz şekilde kendine ait gördüğü yazarlar/ şairler için kullanması da bir durdurma yöntemidir. Bu bakımdan, yazarın mutlak bağımsızlığı, edebiyatın insan ve toplumla kurduğu ölmez bağı yaşatacak temel ilkelerden birisi olmayı sürdürecektir önümüzdeki yeni yüzyıl içinde.
Cumhuriyet kurulduktan sonra çok partili hayata geçiş denemelerinin kırılması, devletin tek parti ve onun altı oku etrafında saçaklanıp uzun sürecek bir tek parti sistemi yaratması kültür ve edebiyat hayatımıza derin yarılmalar getirmiş ve bunun soğukkanlı analizi hala yapılamamıştır. Mesela devlet güdümlü bir şairin Milli Şef için ‘Bir dağ başısın ak saçın alnında bulutlar/ Çizmenle çizilmiştir, aşılmaz bu hudutlar’ derken, çizmeyi imlemesi, dönemin ve sonrası tortularının hep yaşaması tipik bir durumdur. Tek parti dönemi açık ve çok yönlü yoruma imkan veren verimli bir örnek olarak önümüzde dururken günümüzde iktidar kullanımlarının doğrudan veya dolaylı benzerlerini yaşatması hala bir zihniyet tekrarından kurtulamadığımızı gösterir. Türkiye nüfusunun yükselmesi ve kentleşmenin artmasına rağmen kültüre aktif anlamda müdahale edebilecek sivil, kültürel çevrelerin yaratılamamış olması önemli bir sorundur. Yazarların eser üretme sürecinde bir müdahale söz konusu olmasa bile yazılan eserlerin kitleye ulaşmasındaki kademelerdeki kontrol ve tercih süzgeçleri canlılığını daha da korumaktadır.
Bütün bunlara rağmen bir toplum en ileri gittiği yerden yol aldıkça ayakta kalır. Türkiye’de edebiyatın dağınık ve pozitif etki üretemiyormuş görüntüsü yanıltıcıdır. Yüzyıllık edebiyat eserlerinin nitelikli okumasıyla belki farkında olmadığımız zenginlik ve yeniden keşfedilecektir. Cumhuriyetin 101. yılına girmişken bu az umut sayılmaz.