Çok şey olurken olmayan az şeyler…

Ömer Erdem

‘Görmüyor musun?’ diyor adam, kolunu ok gibi ileri uzatmış, işaret parmağıyla uzakta bir yeri gösteriyor. Denizin ufkunda zaferden dönen bir filo gördüğünden emin. ‘Ne var ki orada? Neyi görmemi istiyorsun’ diye daha sormadan yanındaki, ‘kör müsün, gerçekten görmüyor musun?’ sorusu daha bir sertleşiyor ağzında. Yüzü işaret parmağı kadar gergin, kararlı ve inanmış. ‘Nasıl olabilir bunca çok şey olup biterken, nasıl nasıl olur da görmezden gelir insanlar?’ Sesi bu kez hesap sorucu ve daha inançlı. Bir an izin verse, nefes alıp geri dursa, yanındaki ‘peki sen gördüklerini anlat, benim göremeyip de senin gördüğünü iddia ettiğin şeyleri bir bir söyle’ diyebilse, derince yutkunacak, suya düşmüş iri bir taşın çıkardığı sese benzer bir sonla gırtlağında bir şeyler boğumlanacak, suda halkalar dağılıp kaybolmadan ‘kalk gidelim, görmeyenlere bir şey gösterilemez ki’ deyip ayaklanacak. Bu manzara, hemen her gün her vesileyle tekrarlanacak.

Kalabalığa bakarken, bir kahvehanenin önünde güneşlenirken, metro istasyonunda yürüyen merdivenlerden çıkarken, soru soran adam manzaraları çoğaltacak, adeta kolu önde, işaret parmağı gergin yaşayıp gidecek. ‘Mucizeler, daha gerçekleşmeden inanılan şeylerdir, gerçekleştikten sonra inanmanın ne kıymeti var’ kabilinden sıralanan inanç sözleri havada asılı kalacak. Her an başına bir şey düşeceği temkiniyle ayaklarını çapraz refleksle geri çekecek. Çünkü yanındakinin susuzluk anında dudağa düşen birkaç damla su benzeri umut ıslatmasına benzeyen, ‘fakat yaşarken mucizelere ne gerek var ki, hayatın üstüne bir kez mucize ağı atılırsa gerçeğe inanan kim kalır, bir düşünelim yaklaşımı, ‘bütün büyük işler büyük adamların mucizeleriyle taçlanır, bilmiyor musun çıkışıyla yeni açılmış sigara paketinden hızla çekilen sigaranın rüzgarda bir türlü ateş almayan kibrit misali tekrar tekrar sallanmasıyla yakılmaya çalışılacak.

Uçaklara, arabalara, asfalt yollara, parayla geçilen köprülere, göklerin kalbine saplanarak yükselen binalara, ekran tavuslarına, ekmeğin karnını futurist teorilerle yaran ekonomistlere, tek bir cümlenin yüküyle ürpermeyen yazıcılara, sayılabilen şeylere, din boyacıları ve ırk kükremecilerine inananlar, teslimiyetle, huşuyla boyun eğenler her zaman görülmüştür. Bu görüntüde öyleyse şaşırtıcı bir hal yok. Değişen bunca çok olup biten şeyin arasında olmayan az şeyleri dert edenlerin sayısındaki azalmadır. Sel toprağa bir fayda getirmez ama görünmez damlalar ondan daha çok hayat verir. İnsanın kaynağı bile tek damladır. O sebepten de birliğin izzetinden mülhem bir ve biriciktir o.

Yolu, bir kez olsun kavramsal bağlamda düşünmeyenler, köprülere bakarken de etimoloji hiç akıllarına gelmeyecek. Deli Dumrul’un kurumuş çay üstüne neden köprü kurduğuna kafa yormadığı gibi bina üstüne bina yaparken de ocak kelimesinin üstüne gidemeyecek. İnsanın bir varlık nüvesi olarak her güçten beri kaldıktan sonra asıl gücünün ortaya çıktığına burun kıvıranlar, çoklukların anaforunda, kendi çalgı ve çengileriyle mest döne döne yükselip uçacaklar. İki insan yüksekçe bir yerde yan yana oturduğunda, kolunu coşkuyla ileri uzatıp da yanındakine ‘kör müsün?’ diye soran, bir adım öne çıkıp soru sorma hakkını nereden bulduğunu hiç düşünmeyecek. Adeta ışığın mülkiyeti ona vahyedilmiş, aklının kutsiyeti ile korumaya alınmıştır! ‘Bunca şey olup biterken, bunca akış her yönden bizi sarıp sarmalarken, nasıl olur da gören olmaz?’ ‘ Körlük’ onlar bahtsızlığıdır böyle inanırlar.

İnsan bilinmek mi yoksa göstermek mi ister orası muamma? Fakat, bilinmeyeni bilmeye harcadığı enerji, bilinenleri özümseyip yaşamaya geldiğinde harcadığıyla mukayese bile edilemez. Daha atılan ilk adımdaki karardan habersiz yolcuya, yolu anlatmak zor olacaktır. Kilometre hesapları onun aklını çoktan alıp gitmiştir. Bunca çok şey olup biterken nasıl gören olmaz diye hesap sorana ‘çok şey olup biterken olmayan az şeyleri’ dert edinen neden artmıyor diye sormanın değeri var mı? Oluşun şiirine bir kez olsun gönül düşürmeyene, olup bitenleri, olup bitecekleri, kendi kendini tekrar ede ede silinecekleri anlatmanın değerinden söz edilebilir mi?

Herkes, eline bir taş alanı ve karşısına ilk çıkan kişinin kafasını yaranı bekliyor. Eline taş almaktan başlayarak, birinin kafasının kanamasına, seyircilerin etrafa toplanıp heyecanla itişip kakışmasına değin o kadar çok şey olup bitmektedir ki, bir kişinin ‘niye taş, neden kan?’ diye düşünmesi yadırganmaktadır. ‘Görmüyor musun?’ diye kolunu ileri uzatan adamın göstermek istediği tablodur bu, tabloyu yaratan sebep onun derdi değildir. Hareketi eylem sanmanın buruk çıkmazı.

Hergün, hayatın her köşesinde o kadar çok şey olup biterken olmayan az şeylerden söz etmenin karşılığı nedir öyleyse? Güce, gürültüye, sayılara, görüntülere, alıp vermeye, satıp geçmeye, şekillerin ve eşyaların buyurgan matematiğinde metafizik dokuyanlara bir damla su olsun diye, olmayan az şeylerin ısrar çizgisinde durmak neyin nesi?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.