Övgüler çoğunlukla duyguların çocuğudurlar. Yerinde ve zamanında ölçüyle yapıldığında hayat verirler. Ne var ki hiçbir övgü sonsuza değin tekrarlanıp yaşatılamaz. Kendini bilen insan ve toplumlar bitevi övgünün toprağında hayat olmadığını, sonuçta kıraçlaşmanın kaçınılmazlığını bilirler. O sebepten bundan hicap duyarlar, övgünün salacağı gölgeden uzak dururlar. Eleştiri ise aklın bir çocuğu olmakla kalmaz gelişip ilerlemenin temel gereğidir. Zaten övgü ile eleştiri arasındaki ayrım tarafların birbirine karşı konumlanışında açığa çıkar. Övgü tek taraflı duygu akışıyken eleştiri en az iki taraf gerektirir. Eleştirideki taraflar birbirine karşı, düşünsel, estetik ve hatta ahlaki bakımdan bağlı ve sorumludurlar. Dahası bir aşamadan sonra övgü karşılıklı suistimal kadar çürümeye de yol açar. Eleştiri bireyi idealleştirirken övgü kitleseldir. Hatta propaganda gibi kisvelere bürünen övgü iktidar kullanmanın ve yönlendirmenin aparatı yapılır. Övgünün sahibi çoktur, eleştiri ise hep yalnız.
Niçin övmeliyiz ve neden eleştiriyi mutlak yaşatmalıyız? İnsan ve cemiyet olarak duygularımızın köpüğüne ihtiyaç duyarız zaman zaman. Kimi bireysel ve kolektif başarılar hayatın sıcaklığı içinde yerimizden oynatır. Kalp atışımızı hızlandırır. Takdir etmek borç olur. Çevremizde birlikte yaşadığımız kişilerin fedakarlıkları, yaratıcı atılımları, davranışları bizi kendiliğinden buna yönlendirebilir. Arkadaşımızı iyi giyindiği için övebiliriz. İradeli davrandığı, kötü ve zararlı şeylerden uzak durduğu için de övebiliriz. Lezzetli şeftali yetiştiren çiftçi adam kayırmayan yönetici de övgüyü hak eder. Misafir olduğumuz evde sofraya dizilen güzel yemekleri yapan eli övmeden geçemeyiz. Ödevini eksiksiz yapan ve dersini dikkatle dinleyen öğrenci öğretmen tarafından takdir edilir. Hayattaki nezaket ve iletişim övgünün gülümsemesine dönüştürülebilir. Bir hayatta bu türden övülecek ne denli çok şey ve hal varsa orada bir yaşam zenginliği ve seviye var demektir. Lakin, hayatımızın özünden övülecek şeyler birer birer çekilip alınır onun yerini şüphe, korku ve güvensizlik kaplarsa ne yapılır? Dikkat edilsin böylesi durumlarda övgü kişiler arası yaşama kalitesinin jesti olmaktan çıkarılıp pop figürlerin özelliğine büründürülür. Eleştirinin de belinin kırıldığı an böyle başlar. Sahte ve geçici üleşimler arasında eleştiri düşünce ve estetik hakkı olmaktan uzaklaştırılıp ötekileştirmenin gerekçesi yapılır.
Övgünün, çok övgünün tahta oturduğu zamanlarda propaganda bir milliyete ait olmanın, falanca ülkede yaşayıp falanca dili konuşmanın hamasetine, şu veya bu aileye, sosyal katmana dahil olmaktan tutun bir adliye binasının büyüklüğünden onun bölgenin en büyük yapısı olduğundan bahsetmeye değin ilerler. Ya da falanca şehirdeki stadyumun seyirci kapasitesinin onbinleri aştığını söyleyebilir övücüler. Ki bu bilgiler fiziken doğru da olabilir. Yeni yapılan havaalanları, köprüler, otoyollar bile dahil edilir propagandanın tülbentinden süzülen övgü halkasına. Yüksek yüksek binalar, uçuk rakamlar, konser alanları, miting meydanları söylem içinde gergef misali işlenebilir. Sıradan bir insanın bu övgüler karşısında durumu ne olacaktır? O bütün bu övülenlerin nesidir? Hangi bedeli ödemesi gerekir mesela? O kişi makul ve makbul bir zamanda ve ölçüde bunların yaşam paydaşı değilse övgü en insani vasattan kopmuş sayılmaz mı? Damarındaki asil olduğu söylenen kan hastane koridorunda onu hayatta tutmaya yeter mi sözgelimi? Tek insanda, kollektif bilinci gözeterek toplu varlık hakkını savunmaktır eleştiri. İster sosyal bir sebebe dayansın ister politik ister estetik veya ahlaki fark etmez.
Bir insan bir kitabı, yazarı, yemeği, şehri, sanatçıyı, sporcuyu veya politikacıyı övdüğündü kendince şahsi sebepleri olabilir. Bu övgünün herhangi birisine hesabını vermek zorunda da değildir. Ne var ki övgü bireysel hak olmaktan çıkıp diğerlerine karşı ölçü diye tutturulduğunda karşı tarafın soru hakkı doğar. Eleştiri sebep ve sonuç bağlantısı kurabilmek kadar insanı yaşatacak uzun erekli sevginin temelini atmaktır. Ne, kim ve neye veya kime karşı değerlidir? Övgüde adalet arayamayabiliriz ancak eleştiri adalete bağlanır. O sebepten çok bileşenli bir etkinlik olarak eleştiri zora soyunmaktır. Zoru omuzlamaktır. Zora yönelenler toplum olurlar övgüye bağlananlar topluluk. Ve kolayca ikame edilip özne değiştirir övgü. Meydanlar dün başka isimle inlerken bugün başka isimlerle gırtlaklarda patlar. Övgüye güvenilmez fakat eleştiri yol güvenliğidir.
Günümüzde kitle önünde yapılan ve dolaylı şekilde reklam ve propaganda aygıtlarıyla yönlendirilip şekillendirilen her tür politik, sosyal etkinlik övgüyü bir meşruiyet vasıtası olarak kullanmaktadır. Akademik ve entelektüel alanın daralıp çöktüğü dönemeçlerde, kültür, sanat ve düşünce dünyası da bundan payını alır. Seçkinci gibi gözükürken tam da övünmekliğin arabına dönüşen kültürel kümelenmeler, akıl ve estetik ölçütten beri yargılar kendi konformist alanında gün geçirir. Övmek kadar eleştirmek de bir bedel getirmiyor sonunda herkes birbirine benzeş kisveler altında ömür sürüyorsa ‘yaşasın çok övgü hiç eleştiri’ mottosu çoktan iklim olmuş sayılır. Bir yerde ne kadar çok yönden ve çok şekilli övgü balonu havalanmaktadır orada hayatın damarları daralıyor demektir.