2022 Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Fransız yazar Annie Ernaux; ‘çok mutluyum çok gururluyum’ demiş özetle, ne düşündüğünü soran medya mensuplarına. ‘Boş Dolaplar, Seneler, Babamın Yeri ve Yalın Tutku kitaplarının yaratıcısının bu sade ve öz cümlesini okuduğumda ‘işte, hakiki bir yazar için hem kendi kendine yetmenin hem de bundan memnun olmanın tam karşılığı’ dedim. Son yıllarda tuhaf sıçramalar gösteren Nobel Edebiyat Ödülü böylesi kişiliklere dönerek aslında sayıları dünyada da hızla azalan has edebiyata selam vermiş oldu.
Öte yandan Doris Lessing’in Nobel açıklandığında evinin önündeki çaresiz şaşkınlığı hâlâ zihinlerden silinmiş değil. Görüş almak için yaşadığı yere hücum eden medya mensupları karşısında elini alnına koyup öylece kalakalmıştı D. Lessing, benim başıma ne geldi böyle, dercesine. Her sanat eyleminin kökünde bir şekilde tanınmak, bilinmek, sevilmek vardır ancak çağımızda öylesine yerinden ediliyor ki böylesi insani haller, kendisini bilen kişileri rahatsız etmemesi düşünülemez. Ernaux da sanki dolaylı şekilde, daha ötesini aramayın, bir insan olarak mutluyum ve gururluyum, başka bir şey de istemiyorum, demiş olmalı.
Başta kadın ve kadınlık sorunları, toplumsal hafıza olmak üzere insanın çağdaş sızılarına yoğunlaşan Annie Ernaux sinema tarafından da düzeyli şekilde kaynak olarak kullanılan bir yazar. Nobel sahibi bir özne olması sebebiyle bundan böyle konuşup yazdıkları daha bir dikkatle takip edilecek. Sosyal medya başta olmak üzere güncel fenomen mecralara karşı nasıl bir tutum takınacak göreceğiz. Ernaux’un beyanı üzerine düşünürken ister istemez başka meseleler üşüştü zihnime. Türkiye’de yazarlığın bir yandan pop-politikanın güdümünde bir yedek aparata dönüşmesinden tutun da sözlerini günlük politikanın ateşine göre ayarlayıp oradan umur devşirmeye çalışan, özellikle gençleri her tür davranışla etkilemeye çalışan tuhaf tipolojilere kadar pek çok şeyi yeniden gözden geçirdim.
Gittikçe kitle avcılığı olduğu kadar oportünist toplum vaatkârlığına dayanan politika karşısında şair ve yazar nasıl konumlanacak? Gücü eline geçirinceye kadar her tür halk görünüm ve davranışına bürünen politika önünde sanatçı ceket mi ilikleyecek? Görünmek, bilinmek çok satmak için oradan oraya mı zıplayacak yazar? Düşünce kısırlığı yanında kültürel ve zihinsel donanımdan mahrum siyaset, öteden beri çıkmazıdır toplumun. Tamamen tarihsel köklerden beslenen mutlak güç istenci kasıp kavurur bizde politikayı. Elinde güç olmadan ve gücün bürokratik ve ekonomik sonuçlarını paydaşlarıyla üleşmeden yoktur çünkü kendisi. Sözü, toplum ve insan ırasından beridir. Teknik bir iştir yaptığı. Süreçleri ve sonuçları vardır. Mesela Türkiye’de icraatçı hiçbir iktidar aktörü demokrasi dahil herhangi bir konuda ayrıksı bir görüşe sahip olmamıştır. Olsa bile sonuna kadar bunun savunusunu yürütebilecek düşünsel derinliğe sahip değildir. Bu tarihi bir toplumun başından geçen olaylar olarak algılamaya benzer. Oysa, tarih olduğu için olaylar vardır. İnsan bir ömür sahibi olduğu için yaşar vs.
Dünya daha güvensiz bir yere gitmekle kalmayıp başta gıda krizleri olmak üzere daha günlük sorunlar dünyayı sararken demokrasi gibi evrensel değerler zayıflıyor. Irkçılık, din referanslı oluşumlar kitlelerin çekip çevrilmesinde devreye alınıyor. Dünyada olup bitenleri sadece olaylar derecesine indirgemek yönetim kolaylığı da sağlıyor. Yaşadığı hayatı haber bültenlerinden ve onların estetize edilip geliştirilmesinden başka bir şey olmayan televizyon dizileri zanneden milyonlar yaşıyor artık dünyanın her yerinde. Sabah uyandığında çocuğuna içireceği bir bardak sütü düşünen annenin dünyasını dert edinecek vasıtalar aradan çekiliyor. Has edebiyat ile insanın arasına konulan soğukluk bu sebepten tesadüfi değil.
Hayatın çekip çevrilmesi, kamu düzeninin korunması, sağlık hizmetlerinin sağlanması, eğitim, güvenlik gibi ihtiyaçların giderilmesi ve insanın yaşama hakkını savunma davası gütmesi gereken yönetim isteği, elinde tuttuğu güç elementleri ile insanın düşünme ve sanat yapma özgürlüğüne de göz diktiğinde ilk kara bulut gökte yükseliyor demektir. Varlığını bu amaca adayan ve her gün politikanın işaret ettiği sipere, tarafa, kanada (yönü, rengi, adı, amacı fark etmez) yazı adamı Annie Ernaux’un kısacık cümlesini tam anlayabilir mi? Ve bunu anlamaya başlamakla aslında bir ülkede ne yükselir? Düşünmeye, kafa yormaya, yazıp çizmeye değmez mi? Yazıyla, düşünceyle geçen bir ömrün gurur ve mutluluğu az şey mi?