Çocukları kaybetmek

Ömer Erdem

İnsanın çekirdeği çocuktur ve asıl büyük kaybediş onunla başlar.

Çocuktan başlamayan ve dönüp dolaşıp onun varlığını güven altına almayan hiç bir insan eyleminin kalıcı ve ahlaki bir değeri olamaz. Çünkü çocuk bütün sebeplerden sıyrılmış ortak varoluştur. Çocuğun biyolojik olarak bir gelecek güvencesi değil bir vazgeçilmez insanlık değeri olduğu yerde yaşamanın anlamı olabilir. Onun içindir ki üstüne çıkıp tartıldığımız terazi, karşısına geçip boyumuzun ölçüsünü aldığımız aynadır o. Ondan kaçan, çocuğu görmezden gelip de bir hayat sahibi olduğunu sanan toplumlar ne büyük yanılgı içindedirler. Bugün ilerlemiş toplumlardaki çocuğa ait değerleri ortadan kaldırın her şey bir iskelet gibi sırıtmaya başlar.

H H H

Son bir otuz yıldır ülkemizde çocuk yükselen bir trenddir ama toplumsal şuur tarafından emanet alınmış yüksek bir bilinç değildir. Kentleşmeye paralel olarak yükselen bu trend ne yaygın ve geçerli bir hukuk ne bir eğitim ne de ahlaki boyut kazanamamış daha çok tüketim kültürünün popüler alanına sıkıştırılmıştır. Toplumsal yapının dinamikleri sadece duyguların liderlik ettiği akımlarla yönetilemez. Aklın yöntemleri insan olmanın yüksek erdemleriyle buluşmak zorundadır.

Bir çocuğun kaybolması/ kaçırılması demek eşiğimize yaklaşan kıyametin habercisidir. Onu haber bültenlerinin ve gazete sayfalarının, ah vah yazıklanmalarının ötesinde, şahsı değil toplumu ilgilendiren bir mesele olarak ele almak ve oradan yola çıkmak gerekir. Kaçırılan, kaybolan bir çocuk değil, bulunan, bulunacak olan bir kayıp değil, hepimizin şahdamarında atan kanın tam kendisidir. Tekrar eden hadiseler tek tek hiç bir vakanın ciddiye alınmadığını ve üstünün toplum ve devlet tarafından örtüldüğünü gösterir. En ufak bir adres karışıklığında elli yerden akıl soran insan, sebebini, mekanını ve zamanını bilemediği bir akışa sürüklenen çocuğun içine düştüğü hali tasavvur edebilseydi uyuyamaz, yangın fertten ferde sıçrar sonra da büsbütün millete malolurdu.

Bir utanç bulutu gibi üzerimize çöken çocuk kayıpları/ kaçırılmaları içinde her şey normalmişcesine yaşayıp gidiyoruz. Bu kötülüğü nasıl başarıyla kendimize yaptığımızı araştıracak psikiyatrlara, hukukçulara, sosyolog ve romancılara ihtiyaç var. Televizyon ekranları, gazete haberleri, yüksek otlar, uçsuz bucaksız araziler arasında yitip giden bir çocuk olamaz. İnsan ve cemiyet o ana kadar, önceden yapması gerekenleri yapmamış, devlet olanlardan hareketle olabilecek olanlara set çekmediği için çocuklarımızı bulamıyoruz. Konuya hepten bir ortak şuur meselesi olarak bakmadığımız/ bakamadığımız için oyalanıp duruyoruz.

***

O çocukların gözleri aslında her an her köşede bize bakıyor. Sadece biz görmüyoruz onları. Görebilseydik midelerimiz böyle şişmez çenelerimiz boş laftan yorulmazdı. Duygularımızı derhal aklımızla birleştirir, gece gündüz demeden, bizi son kez bağışlaması dileğiyle çocuklarımızı mutlaka bulurduk. Yer yarılıp dibine girmediğine göre çocuklar, bu insanlık suçunu işleyen kötüler de aramızda yaşıyorlar. Hayatta hiç bir eylem tek başına değildir çünkü. Bir cinayete bile toplum karışır.

Biz ayağa kalktığımızda ülkemizin ağaçları, taşları, çiçekleri, yolları, duvarları, evleri dile gelecek, çocuk kaçıranları, onlar için her fenalığı düşünenleri bize ihbar edeceklerdir. Ama insan taş kesilmişse, olup bitenleri uzaktan sadece izliyorsa, onlar da, kuşlar, böcekler, bulutlar, yağmurlar da dilsizleşiyorlar. Tabiat insan öldüğü için ölü taklidi yapıyor.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.