Türkçe zaman içinde bazı kelimeleri öylesine kendisine benzetir ki ondaki bu yeteneğe hayret eder durursunuz. Şimdi mesela kimse çenenin Farsça’dan akıp geldiğine inanmak istemez. Çünkü o sadece bir kelime değil deyimden zarfa, organdan imgeye kadar nice geçişkenlikle açılıp gitmiştir. Birisine ‘ kapa çeneni’ demekle ‘çenebaz’ arasındaki fark kadar çene çukuru ile çene kavafı da ayrı alemlerden dem vururlar. Hayatı kurarken hayatla da yeniden yaratılıp durur kelimeler? Ben çenede her zaman insana dair nice haller bulurum. Çenesini gördüğüm adamdan korkmam. Çenesini saklayan kişiyi tekin bulmam. Fakat son zamanlarda o da bir yeni zaman ve tek düze çalkeneliğin pençesinde kıvranıyor. Adına trollük denilen yeni çenesi düşüklük, insan yüzünden sıyırıp görünmezliğin kuyusunda ışık söndürmekle meşgul. Yine de çeneye dair her bilgi dikkat dikenlerimi ayakta tutuyor. Beni tatlı tatlı uyarıyor.
Söz gelimi geçmişte bir haber okumuştum. Çene dikkatimden dolayı yine ikide bir önüme çıkar, aklıma göz kırpar, birkaç fırça darbesi attıktan sonra da ortadan kaybolurdu. Onun üzerine akıl yürütür, bazı eşyaları çene şekline dönüştürür, çenenin insan yüzüne kattığı birbirinden değişik ifadeleri yakalamaya çalışır, çenenin vücudun bir parçası olmaktan çıkıp sıfat derecesine evrilişini küçük hayret kıvrımlarıyla geçiştirirdim. İnsanları sadece çenelerinden okumanın, divan şairinin ‘çah-ı zenehdan’ dediği ve içine düşmek istediği yere kadar gitmenin şuuruyla mest olurdum. Yetmedi, elimi çeneme götürür, uzun uzun düşünürdüm. Belki de tam zihnimde olgunlaştırmadığımdan olacak ötelerdim bazı halleri. Ama o, üstünde taşıdığı imgenin ve her gün hayata katılıyor olmanın verdiği güç ve etkinlikle mutlaka gündemime girerdi. Çene, benim gizli imgemdi. Çene, bir tür hayal dumanıydı, kokusunu duyup kıvrımlarını gördüğüm kahve buğusu gibi bir şey.
Ve bir pazar gününün geçişken tembelliği içinde, geçmiş günlerde, gazeteler arasında gezinirken rastlayıverdim o habere. "Artık bir çenesi var!" başlığını taşıyordu haber. Her dilde noktalama işaretlerinin cümleye kattığı özel anlamlar vardır. İşte, bu haber tam da böyle, ünlemli haliyle yazılmıştı. Belli ki, haberi yazan muhabir de bu işte bir başkalık bulmuştu. Çenesiz insan mı olurdu ki; şimdi çeneye kavuşmuş bir insandan söz ediliyordu. Gözleri görmeyen, kulakları duymayan, yürüyemeyen, konuşamayan insanlar için kullanılan sıfatlar mutlaka vardı. Dil, böylesi durumları karşılayacak kelimeleri bulmuştu. Peki şimdi ne denilecekti? Çenesi olmayan birisine ne sıfat takılacaktı? Çenesiz denilebilir miydi mesela?. Üstelik, dilimizde çok konuşan birisi için kullanılan "çenesi düşük" sıfatı, karşı anlamda kullanılırken. Ve bir de insan yüzüne ait uzuvların, bölgelerin hemen hepsi öz Türkçeyken. Ağız, avurt, boyun, burun, göz, kulak için hep öz Türkçe kelimeler kullanmışız, çene hariç.Ve enek demişiz ona. Ama o yaygınlaşmamış. Ama haber önümdeydi ve aynen şöyle diyordu: "Tıp dilinde 'otofacial sendrom' olarak bilinen..." diye devam edip gidiyordu. Demek ki çenesizlik diye bir hastalık vardı bu yeryüzünde. Hele dünyanın geniş ormanlardan yükselen türlü kuş ve hayvan sesleri gibi çenelerden yükselen seslere boğulduğu bir çağda çenesiz kalmak da ne demekti?
Düşündüm böylece inceden inceye insanın dünya kapısıdır çene. Hatta sınır kapısı. Bir şey onun eleğinden geçmeden önce insana mal olmaz, oradan çıkmadan da insana ait sayılmaz. Beslenmek mi istiyorsunuz; buyurun, çeneye kuvvet, önce çiğneyeceksiniz. Birine bir şey mi söyleyeceksiniz, açın ağzınızı, konuşacaksınız. Çenenizi oynatmadan, onu harekete geçirmeden bu dünyanın nimetlerini hakkıyla tadabilir misiniz? Vücudunuzun ihtiyacı olan günlük besinleri damağın bütün lezzetiyle hissedişini sağlamak için çenenin o akıl almaz gücünü devreye sokmanız gerekmiyor mu? Neredeyse insan vücudunda en güçlü kaslardır çene kasları. Çenede estetik gizlilik içinde dururlar ve insan yüzünün o güzelim çizgilerini tamamlarlar ama onların içinde gizli bir panter yatar. Gerektiğinde birden pençeleşiverirler. Alt çene üst çeneyle kenetlenir, insan vücudunun mucizevi gücüne dönüşüverir. Çenesi açılan adam kadar çenesi tutulan adam da bu dünyaya aittir. İtalyanlar, Yunanlılar, İspanyollar ve Macarlar daha çok çeneleriyle de göze çarparlar.
Çenenin daha çok estetik tarafıyla ilgiliyim ben. Çene birer ışık zirvesine benzeyen dişleriyle istiridyenin içindeki inci gibi saklar insanı. Ve çeneyi istiridyenin açıldığı vakit ikiye ayrılan kanatlarına benzetebiliriz. Ve insanın güzelliği fiziksel manada biçimli bir çene kadar o çeneden sarf edeceği sözlerledir. Diğer memelilerde hayatta kalmak, beslenmek için şart olan çene, insan için düşünmenin şartlarındandır sanki. Belki gazetenin haberindeki ünlem fiziksel anlamda "otofacialsendrom"a değil sosyal ve manevi sendroma yöneliktir. Kim bilir?